Allah Teâlâ’ya hamd, Resulüne, al ve ashabına salat-u selam olsun…
Dinimizin ilk emri nedir diye sorulduğunda hepinizin “oku” emridir, dediğini duyar gibiyiz. Evet, dinimizin ilk emri oku emridir. Bu da Müslüman’ın en önemli vasfının okumak, çok okumak olduğunu ifade eder. Hiç şüphe yok ki bir müminde öne çıkan en belirgin vasıf okumak olmalıdır. Fakat okunacak o kadar çok şey var ki; neyi ne kadar okumalıyız. Öncelik hangi sahaya verilmeli…
Su götürmez bir gerçek var: Her Müslüman öncelikle dinini öğrenmeli yaratanını tanımalı, gerçek kul olmasını sağlayan vazifesini öğreten kitaplara öncelik vermelidir. Aksi halde Müslüman, fani dünyanın kendine ve toplumuna hiçbir fayda sağlamayan meselelerine çekilmiş olur. Romanlardan tutunda modasına kadar birçok boş şeyle meşgul olur. Hem dünya hem de ahretini zayi eder.
Yazıklar olsun o kişiye ki Rabbi’nin ona ihsan ettiği bunca nimet karşısında onu tanımaya ve dinini anlamaya yönelmedi. Dinini en güvenilir kaynaklardan öğrenmek Müslüman’ın hakkıdır. Bu hakkı sağlamak ise ilim sahiplerinin vazifesidir. Bu vazifeyi yerine getirecek ilim sahibi kişilerin birinci derecede görevi; İslam kaynaklarını hakkıyla anlamaya çalışıp onları Müslümanlara sunmaktır. Bu kaynakları anlama yerine çağdaş olma sevdasıyla kendi heva ve hevesine kapılıp şeytanın borazanlığını yapmak, ilmi çalışma adı altında insanları hak yoldan saptırmaktan başka bir şey değildir.
Dikkatli olunuz! Yenilik adı altında size altın kâsede sunulan zehri asla içmeyiniz. Aslınızı koruyunuz. Geçmişinizi asla unutmayınız. Dinimizin ana kaynaklarını tahrip etmeye çalışanlara prim vermeyiniz.
Asr-ı saadetten uzaklaşılan her dönem, Müslümanların İslam anlayışında bir takım problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Nitekim Enes b. Malik’in (Allah onlardan razı olsun) rivayet etmiş olduğu bir hadis-i şerifte bu hakikat şu şekilde dillendiriliyor: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Hiçbir sene yoktur ki ondan sonra gelen daha kötü olmasın!” (Sünenu’t-Tirmizi)
Yine her dönem engin ilim sahibi İslam âlimleri bu problemleri çözmüş, İslam düşüncesinin aslını muhafaza etmeyi başarmışlardır. Hiç şüphesiz bu hal kıyamete dek devam edecektir.
Çözümden Yana Fıkıh Anlayışının Sakıncaları
Modern bilimle İslamî ilimleri barıştırma adına atılan adımlar, zamanla İslam’ın orijinal anlayışından uzaklaşıp felsefi izahlar içerisinde farklı yöntemlerle meselelerin çözülmesine alt yapı hazırlamıştır. Sonraları daha da genişletilen bu anlayış, günümüzde çok farklı boyutlar almıştır. Bunların en önde geleni şüphesiz birilerinin “ara dönem fıkhı” dediği, diğerlerinin “aktif fıkıh” dediği, bizim “çözümden yana fıkıh anlayışı” dediğimiz bir fıkıh metodudur. Daha açığı şu: Günümüzde iki ayrı fıkıh anlayışı vardır. Onların ifadesiyle “aktif fıkıh” ve “donuk fıkıh” dedikleri, bizim de
1- “Çözümden yana fıkıh”
2- “Sonuca razı fıkıh” dediğimiz iki ayrı anlayış.
Çözümden yana fıkıh; ne olursa olsun meselenin çözülmesini ve caiz olmasını sağlayan bir fıkıh anlayışı olarak bir takım genel prensipleri ilke edinerek kendini savunur. Mesela, “dinde harac/zorluk yoktur”, “kolaylaştırın zorlaştırmayın” ve emsali nübüvvet kaynaklı sözlerle, akıllarına yatmayan yerlerde deliller aksini gösterse de şu mezhep bu mezhep demeden istedikleri yerden istedikleri fetvayı almayı çözüm zanneden anlayış(!).
Yani “çözümden yana fıkıh anlayışı” ne olursa olsun çözüm olsun derken Ehl-i Sünnet âlimleri, ne olursa olsun sonuca rıza olsun diyorlar.
Buradan şu akla gelmesin; Ehl-i Sünnet âlimleri insanların zaruret ve sıkıntılarını dikkate almıyor. Şedit bir fıkıh anlayışı içerisinde her önüne geleni haram kılıyor. Hâşâ sümme hâşâ! Helal ve caiz kılmak insanların yetkisinde olmadığı gibi haram kılmak da insanların yetkisinde değildir…
Bazen zaruret ve sıkıntılar dikkate alınacaksa onu biz aklımıza göre değil, fıkhın belirlediği ölçülere göre dikkate almalıyız.
“Çözümden yana fıkıh anlayışı”na göre fıkıh: “Uyularak kurtuluşa erilen” bir değerler bütünü değil, “bize fayda temin etmesi ve ihtiyaçlarımızı karşılaması gereken” bir alan olmak zorundadır. Yani alışılagelen yaşam modelini zora sokacak engellere çözüm bulan, ticari kârları lehe çeviren bir araç haline getirilmiştir.
Oysaki fıkıh gerçek anlamıyla; insanların dünya hayatlarını ya-ratanın rızasına uygun biçimde düzenleyerek Ahirette kurtuluşa ermelerini sağlayan bir ilim, bir nizamnamedir.
Günümüzdeki Yaygın Fıkıh Anlayışının Çarpıklığı
Ne yazıktır ki, günümüzde yaygınlaşan fıkıh; insanların hayat tarzlarında akıl veya maksatlarına uygun düşmeyen veya yaşadığı hayat modelini caiz görmeyen ilmi değerleri tevil eden ve karma mezhep fıkhına bakarak caizliğin arandığı bir ilim alanı haline gelmiştir.
Buna karşı olan fıkhı “donuk fıkıh” diye nitelendirilmiş, tâ müçtehit imamlardan günümüze kadar nakledilegelen metinlere “ölü metinler” diyerek pasifleştirilmeye çalışılmış ve çalışılmaktadır. Esasen “Akaid-Kelam” konusunda Mutezile yaklaşımı gibi, akıl ve çağdaş maslahatın muktezasınca fıkıh kurmaya yeltenen bir ekolden başka bir şey değillerdir. Gerçek şu ki; İmam Muhammed’in (Allah ona rahmet etsin) metinlerine “ölü metinler” diyen bu zihniyet, hicretten önceki anlayışa sahip çağdaş kişilerdir(!).
Hâlbuki onlar da bilir ki; İmamlarımızın ve 1400 yıldan beri hocadan-talebeye aktarılagelen İslam fıkıh anlayışı eskimez ve pörsümez bir kaynağa sahiptir. Evet, 1400 yıldan beri süregelen fıkıh vahiy kaynaklıdır. Ara sıra bazı yanılmalar olduysa da uyulması gereken doğru, ancak İslam âlimlerinin kalemlerinde neşv-u nema bulmuştur.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Muhakkak ki Allah, ilmi kullarının (hafızalarından) soyup almaz. Aksine ilim adamlarını birer birer çekip alarak ilmi alır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca, insanlar cahil kişileri önder edinirler. Bunlara sualler sorulur. Onlar da ilimsizce fetva verirler. Kendileri saptıkları gibi soranları da saptırırlar. (El-Buharî)
İstesek de istemesek de ümmetin bir kısmı bu hali yaşayacak. Çabamız diğer kısmın sağlam kalmasına katkıda bulunmaktan öte değildir.
Allah Teâlâ hakkı hak bilip hakka uyanlardan, batılı batıl bilip ondan uzaklaşanlardan eylesin. Hakkı batıla karıştırıp, batılı hak sananlardan uzak eylesin. Rabbim cümlemizin yâr ve yardımcısı olsun. Âmin.
İsmailağa Hâfızlık ve Arapça Medreseleri
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…