Varlık bilinci, Müslümanların modern zamandaki en önemli eksikliklerinden biridir. Allah Te‘âlâ varlığı, imtihan için bahşettiğini bildirir ve en çetin uyarıların yer aldığı sûrelerden birisi olan Tekâsür Sûre-i Celîlesinde açıkça ikaz eder: “Sonra (tekrar) kasem olsun ki; elbette siz işte o gün (dünyada sizi Rabbinize itaat ve şükürden alıkoymuş olan) nimetlerden kesinlikle sorulacaksınız!”[1]
Âyet-i Kerîmedeki ikazın kapsamı ve detayları sadedinde tefsirlerimizde dikkat çekici açıklamalar ve nimetlerin şükrünü bihakkın yerine getiren mü’minlerin durumu hakkında önemli bilgiler yer alır:
“Birçok sahih hadîs-i şerîflerde; hurma ve su gibi zaruri yiyecek ve içeceklerden dahi mesul olunacağı, özellikle güvenlik ve sağlık, göz ve kulak gibi nimetlerin şükrünün sorulacağı bildirilmişse de, bu sorgu, inkâr eden ve farzları ihmal eden kimseler hakkında azâba dönüşen bir azarlama niteliği taşıyacak, ibadetlerini yapan müminler hakkında ise, nimeti hatırlatma kabilinden olacaktır!”[2]
Sualin derinliği ve kapsamı konusunda müfessir Mehmed Vehbi Konyalı (Rahmetullâhi Aleyh)in tefsirinde getirdiği izah şöyledir:
“Vacip Tealâ umûr-u dünya ile iftihâr ederek âhireti unutanları zemmettikten sonra herkesin nâil olduğu nimetlerden suâl olunacaklarını beyan ediyor. Bu sûrenin evveli kâfire mahsus olduğundan bu âyette kâfire mahsus olmak ihtimali varsa da esah olan, sûre mutlaka âsîler hakkında olduğu gibi bu âyet de mümine ve kâfire şâmildir. Zira nimet her iki sınıfa şâmil olduğundan suâlin de her iki sınıfa şâmil olması kaide-i adalete muvafıktır. Şu kadar ki kâfire suâl; tevbih içindir; çünkü cümle nimetlerin esasına şükür kabilinden olan imana yabancıdır ve mümine suâl; ta‘zîım ve tekrîm içindir. Zira mümin ma‘rifet-i İlâhî’yeyle müzeyyen olup imanla vazife-i şükrü eda ettiğinden kâfir gibi yalancı olmayıp belki havassı bendegân-ı İlâhî’yeden olduğu cihetle ikram olunmaya şayandır. Suâlin mahalli; arsa-i kıyamet, zamanı da muhasebe zamanı olsa gerektir.”
“Bu âyette en-naîm kelimesi üzerine dâhil olan lâm-ı târif, istiğrâka delâlet ettiği cihetle nimetlerin cümlesinden suâl olunacağına âyet delâlet eder. Binaenaleyh büyük nimetlerden suâl olunacağı gibi âdî nimetlerden dahi suâl olunacaktır. Hattâ emn-ü emândan (can güvenliği) sıhhat ve âfiyetten. Me’kûlât (yiyecekler), meşrûbât (içecekler) ve melbûsâttan (giyecekler), âzâların cümlesinden, koyu gölgeden ve soğuk sudan bile suâl olunacaktır.”[3]
Nimetlerin Şükrünün Edâsı
Varlık, onun emanet olduğunun ve şükrünün ancak meşrû yollara sarf etmekle yerine geleceğinin bilincinde olan olgun bir mü’min için güzel bir şeydir. Bu durumu Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle ifade buyurmuştur: “Sâlih adam (iyi ve olgun mü’min) için hayırlı mal ne güzeldir.”[4] Buradaki olgun mü’minden maksat, nimetlerin farkında olan ve en güzel şekilde edâ eden kimsedir.
Şükür, nimetlerin farkında olmaktan ve dille ifade etmekten başlar ve nimetin kendi cinsinden yerine getirilir. Verilen malın şükrü, aynı cinsinden olarak onu Mevlâ Te‘âlâ’nın yolunda sarf etmekle mümkün olur.
Mâlik Olunan Malda İhtiyaç Sahiplerinin Hakkı Olduğu Unutulmamalıdır
Mevlâ Te‘âlâ, insanları gözetmeyi bilhassa akraba ve komşuların özelinde haberdar olunan mü’minlerin ihtiyaçlarına seyirci kalmamayı emirle şöyle buyurur:
“(Ey kullar!) Allâh’a (kulluk ve) ibadet edin! O’na hiçbir şeyi ortak etmeyin. Babayla anaya, (kardeş ve amca gibi) yakınlık sahibine, yetimlere, yoksullara, (soy veya mekân bakımından) yakınlık sahibi komşuya, (soyu veya evi) uzak komşuya, (eş, yol arkadaşı ve ders arkadaşı gibi) yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere (köle ve işçilere) tam bir iyilikle (muâmele edin)! Şüphesiz ki Allâh, çokça kibirli ve ziyâde böbürlenici olmuş kimseyi sevmez (bu davranışlarına rıza göstermez).”[5]
Dünyaya imtihan için gelmiş olan kullar, yaşamakta oldukları toplumun sorunlarından ve haberdar oldukları kimselerin içinde bulunduğu durumlardan müstağni kalmaz ve üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirirler. Âyet-i kerîmede de vurgulandığı gibi komşuyu gözetmenin önemi Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından da pek çok cihetten ifade buyrulmuş: “Cebrâîl bana, dâimâ komşu hakkını tavsiye ederdi. Öyle ki ben, komşuları birbirine mîrasçı kılacak zannetmiştim!” hadîs-i şerîfiyle konunun önemi açık bir şekilde beyân edilmiştir.[6]
Yine Ebû Zerr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir başka hadîs-i şerîfe göre Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikrâm et!”[7] Konuyla ilgili olarak ayrıca: “Komşusu açken tok yatan kimse bizden değildir”[8] şeklindeki hadîs-i şerîf de topluma yön veren hadîs-i şerîflerden biridir.
Kur’ân-ı Kerîm’in, ihtiyaç sahiplerini gözetme yönündeki emirleri yalnızca komşularla sınırlı olmayıp hâlinden haberdar olunan bütün ihtiyaç sahipleriyle ilgilidir. Dolayısıyla bu yardımları umûmî ve dâimî olarak sağlayan kuruluşları desteklemek, derç etmiş olduğumuz nusûs-i dîniyyenin emrini yerine getirme ve bahşedilmiş olan nimetlerin şükrünü edâ etme konusunda önemli bir adım atmak olacaktır.
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Gıda YardımlarıPeygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunma hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleriyle müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır. İsmailağa Câmiası, biri Avrupa, diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 2500 kişiye sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve gıda yardımlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Tekâsür Sûresi:8
[2] Mahmud Efendi Hazretleri, Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlî’si, Tekâsür Sûresi tefsirli meâli (Hazin tefsirinden naklen).
[3] Konyalı Mehmed Vehbi, Büyük Kur’ân Tefsiri, Üçdal Neşriyat: 15/6557-6558
[4] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 4/402
[5] Nisâ Sûresi:36
[6] Buhârî, Edeb:28
[7] Müslim, Birr, 143
[8] Hâkim, el-Müstedrek, 2/15; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 3/167