Altın Silsilenin 35. halkası, dört mezhebin müftüsü, dört padişahın huzur hocası ve Mahmud Efendi Hazretlerimizin Şeyhi Mevlânâ Ali Haydar el-Ahıshavî Hazretlerini ilmî-manevî şahsiyeti ve hizmetleriyle hatırlıyor, vefâtının sene-i devriyesinde hayırla ve minnetle yâd ediyoruz.
Nakşibendî meşâyıhının çoğu medrese kökenlidir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ortaya çıkan medrese-tekke çatışması, ancak tekkelerin -önemli bir bölümünün- Mevlana Hâlid el-Bağdâdî Hazretlerinin halifelerine teslim edilmesiyle sona ermiştir.
Nakşibendiler, sözlü ve yazılı anlatımlarında muktezayı hâle dikkat etmiş; neyi, nasıl anlatmak gerekiyorsa ona göre bir içerik ve usûl benimsemişlerdir. Bir meseleyi doğrudan tenkit edip karşı tarafın nefretini kazanmaktansa, hâdiseyi etraflıca izah edip yanlışı doğrudan ayıklamayı tercih etmişlerdir. Efendi Baba Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerinin konuşmalarında da hep bu üslûp hissedilirdi. Meselenin doğrusunu anlatır, yanlışını idrâk etmeyi ise cemaate bırakırdı.
Efendi Baba Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri Perşembe günleri Sultan Selimde, Salı günleri Nişanca Camii’nde öğle sonraları vaaz verirdi. Vaazlarında sürekli Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’nin İslâm Medeniyetinin iki esası olduklarına ve kıyamete kadar da vazgeçilmezliklerini koruyacaklarına vurgu yapardı. Konuşmalarını irticalen yapar, cemaat üzerinde azim tesirler bırakırdı.
Sohbet ve Nasihatlerinin Tesiri
Mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri, Efendi Baba Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerinin sohbetlerinden sık sık nakillerde bulunur, üslûbu hakkında da zaman zaman malûmat verirdi. Bunlardan bazıları şöyle kaydedilmiştir:
“Efendi Babamın (Kuddise Sirruhû) sohbetleri bize; az yemek, az konuşmak, az uyumak ve zikir ile meşgul olmak sureti ile yapılan binlerce erbainden daha çok tesir ederdi.”
“Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) öyle sohbet ederdi ki, o konuşurken sanki Mevla Te‘âlâ’yı görür gibi olurduk.[1] Böyle kimselerin sohbetleri kişiyi hadis-i şerifte bildirilen ‘ihsan mertebesine ulaştırır.”
“Sual çok soralım birbirimize, adamın kafasını çalıştırır, Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) böyle yapardı. Kolay cevap vermezdi. Araştıralım diye bizi uğraştırırdı, çok da yerinde yapardı.”
“Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) hiç durmaz, devamlı İslâmî faaliyetlerde bulunurdu ve derdi ki: ‘Oğlum! Söz verdim Rabbime, O’nun emir ve nehiylerini insanlara ölene kadar duyuracağım!’ İşte bizler onun vasıtası ile bu ilimlere mâlik olduk. Ona teşekkür etmemiz gerek.”
“Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) namahreme bakılmamasının gerektiğini anlatınca cahiller: “Bizim kalbimiz temiz” derlerdi. Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) onlara: “Allâh Allâh! Ben doksan küsur yaşındayım hepinizin kalbi temiz de bir tek bu ihtiyar dede mi beşer kaldı” derdi. Hiç şüphesiz Efendi Babam (Kuddise Sirruhû)nun kalbi Mevlâ Teâlâ ile birlikte idi. Fakat insanlar anlasın, mesele anlaşılsın diye böyle anlatırdı.”
İbâdetlerin Kabule Şayan mı?
Bir gün Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) bana dedi ki: “Oğlum Mahmud! Bu bizim yaptığımız ibadetler Mevlâ’nın huzuruna lâyık mıdır?” Gönlümüz başka şeylerle dolu, midemiz artık ve posayla dolu iken kılınan namaz Mevlâ’ya lâyık olur mu? Ben de: “Olmaz” dedim. Efendi Babam (Kuddise Sirruhû): “Doğru söylüyorsun” dedi. Bu sefer “Ama bu ibadeti bir puta yapsan, şirk olarak kabul olur mu?” diye sorunca, “Olur” dedim. “Öyleyse bu ibadetlerimiz de kabul olur!” buyurdu.
Fakat “yeni hayat”, kudemâ bezmine âhirde gelen büyük mürşidi, irticadan sabıkalı görüyordu. Bu yüzden peşine hafiyeler takmışlardı. Vaazlarını cemaatin yanı sıra hafiyeler de dikkatle izlerdi. Müslümanlar için su gibi hayat olan ifadeleri, birilerinin uykularını kaçırırdı.[2]
Onların bütün imkânlarını seferber ederek durdurmaya çalıştığı faaliyetler büyük bir bereketle bugün kıtalar aşıp pek çok ülkeye ulaşmış durumdadır. O zihniyet ise artık tarih sahnesinden çekilmek üzere, son çırpınışlarını sergilemektedir.
Dipnotlar
[1] Burada Allah Râsûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in “Cibrîl Hadîsi”nde, “İhsan, Allah Te‘âlâ’yı görür gibi ibâdet etmendir; her ne kadar sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” (Buhârî, Îmân, 1) diye tarif buyurduğu makama işaret vardır.
[2] Bu konuda malûmatların devamı için bkz. İhsan Şenocak, İki Devrin Ulu Hocası Ali Haydar Efendi, Hüküm Kitap, İstanbul, 2017, s. 69-70.