Bugün Müslümana düşen nedir? Vali, hâkim, komutan olamayacak olsa da İslâmi ilimleri okumaktır. Hatta temizlik işçisi dahi olamasa yine de İslâmî ilimleri okumalıdır. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ne buyuruyor: “إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ” “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”[1]
Peygamber varisi olmaktan daha büyük ne olabilir? Bu ilme çok dikkat edelim. Bizi yaratan Rabbimiz, bizi aç bırakmaz. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu gibi: “Kim Allah için ilim talep ederse Mevla Te‘âlâ onun rızkına ummadığı yerden kefil olur.”[2]
Böyle bir müjdeden sonra rızık endişesini bırakalım. Derdimiz, dinimiz olsun. Bizi yaratanı razı etmek olsun. Her birerlerinizin yüz milyon maaşı olsa Allah (Celle Celâluhû) gökten yağdırmasa, yerden bittirmese paranız neye yarar? Mevlâ Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’in hürmetine gökten yağdırıyor, yerden bittiriyor.
Üç Temel Direk
Şüphesiz, şeriatın üç temel direği vardır. Bunlar da ilim, amel ve ihlâstan ibarettir. Bu üç cüzden her biri gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez. Bir kişide, bu üç cüzle şeriat meydana gelince o zaman dünya ve âhiretle alâkalı bütün saadetlerin üstünde olan Allâh-u Te‘âlâ’nın rızası kazanılmış olur. Bir mü’min, İslâmî ilimleri alırken tevazusu da artmalıdır. Eğer biz, bazı şeyler öğrenmişsek unutmayalım ki bizim bildiklerimiz, bilmediklerimizin zekâtı bile olamaz. İlim tahsil ediyorum diye gururlanmamalı, kibirlenmemeli, sadece Cenâb-ı Hakk’ın rızası gözetlenmelidir. Mü’minler, ilimleri az olsa dahi, büyüklere hürmet etmeli, küçüklere şefkat göstermeli: “Ben, Allah’ın kulları içinde yaşıyorum, öyle mühim, önemli bir kimse değilim. Allah’ın kulları arasında idare ediliyorum.” diye düşünmelidir.
En Yüksek Rütbe
“رُتْبَةُ العِلْمِ أعْلىَ الرُّتَبِ” “Bütün rütbelerin en yükseği ilim rütbesidir.”[3] İlimle beraber amel ve ihlâs da gerekir. İslâmî ilimleri iyi öğrenmeye dikkat edelim. Bir daha bu hayat ele geçmez. Yarın ahirette cennetlerde çok çeşitli yemekler, içecekler olacak, dünyada yeme içmenin fazlasıyla kendimizi meşgul etmeyelim. Orada elbiseler, başörtüler, köşkler, saraylar çok olacak, dünyada kendimizi bunlarla meşgul etmeyelim. Orada vasıtalar çok olacak, dünyada kendimizi bunlarla meşgul etmeyelim. Şu dünya hayatını gözümüzün bebeği gibi bilelim, cennette her şey çok ama orada ilme çalışmak ve ibadet yok. Onlar burada var.
İlim ve Edep
Edep oldu mu, Allâh (Celle Celâlûhû)nun lütfu bize teveccüh ediyor, edebimiz yoksa, Allâh (Celle Celâluhû)nun lütfu bizden dönüyor. Onun için edep üzere olalım. Ya Rabbi! Sen bize edep ver. Edep nedir?
Hemen ilm-ü edeptir bil şeriat,
Dahi ilm-ü edeptir hep tarikat.[4]
İlim, bilmek, edep ise o bildiğini tatbik etmektir. İkisi birden şeriattır. Meselâ: Namazın farzını, vâcibini, sünnetini, müstehabını bilmek ilim, bu bildiklerin aynısını yapmak da edeptir. Camiye sağ ayakla girmeyi bilmek ilim, yapmak edep, bu ikisi şeriat oluyor. Suyu içerken azar azar, yudum yudum içmeli ama beceremiyoruz ki, içimizdeki hararet bize diyor ki: “Bana suyu kuvvetli yuvarla. ” Bilmeden edep olmaz, bilip yapmadan da edep olmaz, tam verilen ölçü üzerine yapmak lâzımdır.
İlim Mirası
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den bize ilim miras kalmıştır. Bir hadis-i şerifte: “Muhakkak Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bıraktılar, ancak ilmi miras bıraktılar. Kim onu (ilmi) alırsa, yeterli payı almıştır.”[5]
Peygamberlerin bıraktığı ilim iki türlüdür:
1-Ahkâm ilmi
2-Sırlar ilmi
“Bir âlimin varis olması için, bu ilimlerin ikisinden de nasibi olması lâzımdır. Yalnız birisinden nasibi olan kimse varis olamaz.”[6] Esrar bilgilerine varis olmak, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbî olmaya, şer‘î hükümleri en ince teferruatına kadar öğrenip onunla amel etmeye bağlanmıştır.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Bir kimse ilmi ile âmil olursa, Allah onu bilmediği ilimlere vâris kılar.”[7]
[1] Ebû Davûd, İlim 1.
[2] Zebidî, İthaf, 1/78.
[3] Bu söz büyüklerin veciz sözlerinden olup hadîs-i şerîf olarak Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Te‘âlâ Aleyhi ve Sellem)den sabit değildir.
[4] Risâle-i Kudsiyye, Beyt: 179.
[5] Ebû Davûd, İlim, 1.
[6] Mektûbât, 1. Cilt, 268. Mektup.
[7] Ebu Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliya, 10/15