Mevlâ’nın büyük dostları bizden evvel dünyaya geldiler, çalıştılar, çabaladılar, işin hakikatine erdiler. Biz manevî evlâtlarının karanlıkta kalmaması için eserler yazdılar, bizlere bıraktılar. Biz de onların eserlerinden, nasihatlerinden ayrılmayalım.
Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) beytinde bizlere kibirden bahsediyor. Kibir yok, kibir yasak! Nitekim bir Kudsî hadiste Allâh-u Teâlâ şöyle buyurur: “Kibriya benim ridam (cübbem), azamet de izarım (gömleğim)dir. He kim bu iki şeyden biriyle benimle niza ederse, onu ateşime girdiririm, hâline hiç bakmam (ona kıymet vermem).”[1]
Her kim kibir yapmak isterse Mevlâ’ya ait olan bir şeyi almak istiyor, demektir. Koca kâinatı yaratana mahsus olan sıfat sana olur mu?.. Aman aman kendimizi yok bilelim!
“Aradan çık, kala baki yaradan.”
“Kendini bir varlık olarak görmekten geç, baki yaradan kalsın.”
Her şeyi Mevlâ’ya bırak, sen bir iğneyi dahi idare edemezsin.
Vücud verme sakın sen kendini bil,
İbadet kıldığın tevfîk-i Hak bil.
“Sakın kendine varlık verme, sen kendini bil, yaptığın ibadetin Allâh-u Teâlâ’nın muvaffak kılması ile olduğunu bil.”
Tevfik: Muvaffak kılma, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna yardım etmesi.
“Ben de varım, beni görmüyor musunuz?” diye kendine varlık verme. Firavun: “Ben, ben” dedi ama ağuyu (zehiri) yedi, sonra pişman oldu. Son nefeste boğulmak üzereyken şöyle demişti: “Ben İsrailoğullarının îman etmiş oldukları ilâhtan başka ilâh olmadığına muhakkak îman ettim ve ben de müslümanlardanım.”[2]
Bunu evvelce deseydi kabul edilirdi. Nitekim Mevlâ da ona şöyle cevap verdi: “Şimdi mi? Muhakkak ki sen evvelce isyan etmiş ve fesat çıkaranlardan idin.”[3]
Firavun son nefesinde pişman oldu, bunu lisanı ile ikrar etti: “Şimdi anladım Ya Rabbi!” dedi. Anladı ama dünyayı yıktı, binlerce çocuğu öldürdü.
Peygamberimizin düşmanı Ebû Cehil son nefesinde ne yaptı? Kendisini öldürmek üzere olan İbni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)a: “Sahibine söyle şimdiye kadar düşmanım idi, şimdi ise daha ziyade düşmanım oldu” dedi.
Ebû Cehil yaşamaktan ümidini kestiği halde küfründe devam etti. Onun için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Benim firavunum, Musa’nın firavun’undan daha şiddetlidir.”
Dokuzu doğurduktan sonra tevazu işe yaramaz.
“Ben bir şey değilim bu milletin arasında idare ediyorum” demek lazımdır! İhvanın birbirinde erimesi lazımdır. “Ben varım” deme! Senle ben yokuz, Mevlâ Teâlâ var.
İnsan neden yaratıldı? Bir damla sudan bile değil, O bir damla suyun iğne tepesi kadarından. Hem de öyle bir su ki, insanın eline bulaşsa onu sabunla yıkamadan yemek yiyemez, elbisesine bulaşsa yıkamadan ibadet edemez.
Sonunda ise bu beden kokup çürüyecek her tarafından böcekler sallanacak. İnsan kendi kokusunu duysa kaçar. Bu iki şeyin arasında kendimizi beğenmek ayıp olur, onun için hem maddi hem de manevi bakımdan kendimizin ne olduğunu bilmeliyiz.
İbadet ediyorsak, O bizi becerikli kılıyor da ondan.
Allâh-u Teâlâ sana beceriklilik verirse şu camiyi omuzuna alır gidersin, eğer beceriklilik vermezse bir karıncayı bile kaldıramazsın. Elini kim yarattı, kim hareket ettiriyor?
Kolun, bacağın kırılsa veya bir felç gelse ne yapabilirsin? Yatarsın aşağı. Ne abdest alabilirsin, ne gusül alabilirsin. Millete muhtaç olursun, altından alınır.
Sen abdest gusül bilir miydin, o kuvveti, o şuuru kim verdi sana?
Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Böylece Biz sana emrimizden büyük bir ruh vahyettik sen kitap nedir îman nedir bilmezdin! Lâkin Biz onu büyük bir nur yaptık ki, kullarımızdan dilediklerimizi onunla hidâyete erdiririz. Şüphesiz ki sen elbette dosdoğru bir yola hidâyet etmektesin.”[4]
Buna benzer bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurulur:
“Ve Allâh sizi analarınızın karınlarından hiçbir şey bilmez olduğunuz halde çıkardı. Ve size şükredesiniz diye kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”[5]
Şu halde, “ben” demek boş “ben yokum” demek hoş, öyle ise marifetullah kapısına koş.
Yaptığımız ibadetleri biz yapmıyoruz, bizim ellerimize kollarımıza, vücudumuza güç, kuvvet veren Allâh (Celle Celâlühû) yaptırıyor. Ey Allâhım! (Celle Celâlühû) Körpeyiz körpe! Hem bilmek hem becermek bakımından.
Bu ibadetleri kendinden bilmeyip “Bunu bana Mevlâ yaptırdı” deyince nefis şımaramaz, böyle demezsek nefis şımarır, şımarınca da yerlere göklere sığmaz.
Ki varlık hep günahtır böylece bil,
Kamû müminleri senden aziz bil.
“Varlık, hep günahtır böylece bil. Bütün müminleri senden ulu bil.”
Ben de varım demek günahtır. İblis bundan kaybetti. Nitekim Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî şöyle buyurur:
İlletî bedter zi pindâr-i kemâl,
Nist ender cân-ı to ey zü delâl.
”Kendini kemâl sâhibi zannetmekten daha kötü bir illet, Yoktur senin rûhunda, ey çalım satan (mağrûr)!”[6]
İllet-i İblîs “Ene hayrun” budest,
İn maraz der nefs-i her mahlûk hest.
“İblîs’in illeti “Ben daha hayırlıyım” (demesi) olmuştur, Bu hastalık her mahlûkun nefsinde mevcuttur.”[7]
Bu hastalıkların hastanesi tekkeler ve medreselerdir. Allâh-u Teâlâ, Musa (Aleyhisselâm)a: “Bana en çirkin mahlukumu göster” buyurdu. Musa (Aleyhisselâm) da mahlukata baktı, baktı, sonunda bir uyuz köpeği gösterdi. Köpek Musa (Aleyhisselâm)a dava açtı, “Ben miyim en çirkin mahluk?” dedi.
Biz istediğimiz kadar: “Bende gurur, kibir yok,” diyelim, halbuki dolu, aynaya bakıp yüzümüzü beğeniyoruz, bir nezle olsak burnumuzdan neler akıyor, bir istifra etsek ağzımızdan neler çıkıyor.
Söylenen yalan ve gıybetler ise bunlardan daha beterdir. Çünkü gıybet etmekle insan ölü kardeşinin etini yemiş gibi olur.
O gurur ve kibir sebebiyle kafirler Peygamberimize inanmadılar. Halbuki Peygamberimiz bütün kâinatın zübdesi idi. Hülâsa, ey insan sen nesin bilmiyor musun? Helaya gidildiği zaman anlar insan ne olduğunu. Hela sana der ki, ben fakir bir adamı idare edecek kadar bir odacık idim, fakat ey insan sen beni beter ettin. Bugün beni konuşturdunuz ama kaba konuşmadan ince anlaşılmıyor. Kendimizi beğenmeyelim, ucuba kapılmayalım.
Allâh-u Teâlâ kulları arasında bizi seçti de namaz kılıyoruz. Ya Rabbi! Bizi nasıl kılmaya seçtin ise, dosdoğru kıldırmaya da seç.
Aziz gör aybını Hakk’a gidelim,
Cemâli bâ kemâle seyr idelim.
“Aziz kardeşim! Kendi ayıbını gör Hakk’a gidelim. Kemâlin ta kendisi olan Mevlâ’nın Cemâli’ne seyredelim.”
Hep ayıp doluyuz ne kıyamımız kıyam, ne rükûmuz rükû, ne tahiyyatımız tahiyyat, ne de secdemiz secde. Ağzımız başka şey söylüyor, kalbimiz başka tarafa gidiyor.
Yalnız beden ile insan olunmaz, ruh ile beraber insan olmalıyız, hem beden hem de ruh ile Mevlâ’nın huzurunda olmak lazım. İbadetlerimiz hep ayıp dolu.
Ya Rabbi! Dosdoğru ibadet etmek nasip eyle. Bu söylediklerimizi de bütün ihvanımıza duyur.
Ya Rabbi! İbrahim (Aleyhisselâm) Ebû Kubeys dağından: “Ey İnsanlar! Allâh size hac yapmayı farz kıldı. Siz de haccedin!” diye seslendiğinde bütün insanlara nasıl duyurduysan bizi de bütün ihvanımıza duyur! Nasıl duyuracak?
Mesnevi sahibi ne buyurmuştu?
“Eğer ilim Mevlâ’dan vasıtasız olarak akmazsa,
(O ilim) tarakçı kadının verdiği süs gibi kalıcı olmaz.”[8]
Tarakçı kadın saçı tarar, süs yapar bir akşam yatmakla o süs gider. Saçları bozulmasın diye sabaha kadar oturarak uyuyanlar var. Allâh (Celle Celâluhû) için rabıta yapmaya, murakaba yapmaya oturmuyor, saçları bozulmasın diye oturuyor.
(İnsan) yeryüzünün en cahilidir.
Eğer ilim Mevlâ’dan vasıtasız olarak akmazsa tarakçı kadının verdiği süs gibi bozulur. Peki kitaplardan okumayacak mıyız? Elbette okuyacağız. O kitaplardan öğrenilen ilim hakiki ilmin yoludur.
Dipnotlar
[1] Ebû Dâvûd: 4/102/4092
[2] Yûnus Sûresi: 90
[3] Yûnus Sûresi: 91
[4] Şûra Sûresi: 52
[5] Nahl Sûresi: 48
[6] Mesnevî: 1/3214
[7] Mesnevî: 1/3216
[8] Mesnevî:1/3449