261. mektupta namazın fazîlet ve kemâlâtını açıklayan ve sırları beyân eden İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, namazın kazandırdığı fazîlet bağlamında ümmet-i Muhammed’in üstünlüğüne dair mühim îzâhlarda bulunuyor.
Bu (menşei namaz olan kemâlât) bin senenin birikimi ile ortaya çıkan bir olgunluktur (marifettir). Evvelkilerin sıfatı üzere, sonradan zuhur eden bir marifettir. Belki de Nebiyy-i Zîşân (Aleyhissalâtü Vesselâm) bundan dolayı: “Ümmetimin evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu bilinmez!”[1] buyurdu. “Yoksa ortası mı” buyurmadı. Çünkü son taraf ile ilk taraf arasındaki münasebetin, orta taraf ile ilk taraf arasındaki münasebetten daha çok olduğunu gördü. Bu sebeple tereddüd mahalli burası oldu.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz başka bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurdular: “Ümmetimin en üstün tarafı evvelleri ve âhirleridir (sonlarıdır). Bu ikisinin arasında ise bulanıklık vardır.”[2]
Ümmetin Sonunda Gelen Velilerin Üstünlüğü
Evet, bu ümmetin sonunda gelen velilerinde her ne kadar yüksek nisbet (Mevla Te‘âlâ’ya yakınlık derecesi) var ise de bu nisbetin sahipleri çok az hatta azın azıdır. Ortada bulunanlarında her ne kadar bu yükseklikte bir nisbet yok ise de bu nisbetin (Mevla Te‘âlâ’ya yakınlık derecelerinin) sahipleri çoktur. Belki çoğun çoğudur. Her tarafa ait bir keyfiyet ve kemmiyet, nisbet bakımından bir seviye ve adet bakımından da bir seviye vardır. Ancak sonda bulunanların azın azı olması, kendilerini en yüksek nisbet derecelerine ulaştırmıştır. Önceden gelenlerle münasebetleri olmasına ve müjdelenmelerine sebep olmuştur.
Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “İslâm garip olarak başlamıştır. Yakında, başladığı gibi garip olmaya dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.”[3]
Ümmetin Sonunun Başlangıcı
Bu ümmetin sonunun başlangıcı, Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) âhirete göç etmesinden sonraki ikinci bin senenin başlangıcından itibarendir. Çünkü geçen bin senelik süre zarfının kuvvetlerin ve eşyanın durumunun değişmesine çok büyük bir tesiri vardır. Bu ümmetin milletinde (dininde), siretinde (gidişatında) Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra bir nesh ve tebdil bulunmadığından, mecburen bu ümmetin ilk döneminde yaşayanlarının nisbeti, önceki tazeliği ve parlaklığı ile sonrakilerin arasında ortaya çıkar. İkinci bin senede şerîat-ı ğarrânın desteklenmesi ve tecdîdi meydana gelir.
Dipnotlar
[1] Tirmizî, Emsâl, 6.
[2] Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 2/92.
[3] Müslim, Îmân, 64 (145); İbn Mâce, No. 3987-3988.