Aslen Temîm kabilesine mensuptur. İslâm’dan önce Irak taraflarındaki bir baskında esir alınıp Mekke’ye getirildi ve burada Ümmü Enmâr bint Siba‘ el-Huzâiyye adlı bir kadın tarafından satın alındı.
Hazret-i Ebû Bekir, Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhu Anhüm Ecmaîn) gibi Habbâb bin Eret (Radıyallâhu Anh)da Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dârü’l-erkâm’daki tebliğine başlamadan önce Müslüman oldu. Bazı kaynaklarada altıncı, bazılarında ise yirminci Müslüman olarak zikredilmektedir.
Hazret-i Ömer’in (Radıyallâhu Anh) İslâm’a Girmesine Vesîle Oldu
Geçimini demircilik yaparak sağlayan Habbâb bin Eret (Radıyallâhu Anh), okuma-yazma bildiği için yeni nâzil olan âyet-i kerîmeleri Müslümanlara öğretirdi. Hazret-i Ömer’in (Radıyallâhu Anh) kız kardeşi Fâtımâ (Radıyallâhu Anhâ) ile eniştesi Saîd bin Zeyd (Radıyallâhu Anh) da onun yeni nâzil olan âyet-i kerîmeleri öğrettiği kimseler arasındadır. Hatta Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh)ın İslâm’ı nasıl seçtiğiyle ilgili olarak kaynaklarda aktarılan iki ayrı rivâyetten birinde, henüz İslâm’ı kabul etmemiş olan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh)ın kız kardeşinin evinin kapısında iken Habbâb bin Eret (Radıyallâhu Anh)ın okuduğu Tâhâ sûresinin ilk âyetlerini işittiği, eve girdikten sonra yaşanan bazı hâdiselerin ardından Kur’ân-ı Kerîm’i dinledikten sonra îmân ettiği rivâyet edilir. Bunun üzerine Habbâb bin Eret (Radıyallâhu Anh) Ömer’in (Radıyallâhu Anh) Müslüman olması için Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in “Allâh’ım! Ömer’in yardımıyla İslâm’ı azîz kıl” [1] diye duâ ettiğini söylemiş ve ilk Müslümanlarla Rasûlüllah’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gizlice buluştuğu yeri kendisine haber vermiştir.
Eziyetle Geçen Yılların Ardından
İslâm’ı kabul ettiği için birçok işkenceye maruz kalan Habbâb (Radıyallâhu Anh), bazen kızgın taşlar üzerine yatırılır, sırtı yara bere içinde kalırdı. Bir defasında müşrikler tarafından ateşin üzerine sırt üstü yatırılmış ve bir süre o vaziyette bekletilmişti. Bu işkencelere dayanamayan Habbâb (Radıyallâhu Anh) bir gün Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek “Bize yardım dilemeyecek, Allâh’a bizim için duâ etmeyecekmisin?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Sizden önceki ümmetler içinde etleri demir taraklarla kemiklerinden ve sinirlerinden ayrılan, testereyle boydan boya kesilen insanlar vardı, yine de dinlerinden dönmediler. Gün gelecek, bu din de elbette Allah tarafından tamama erdirilecektir. Öyle ki San‘a’dan Hadramût’a kadar giden bir yolcu, yolda Allah’tan başka hiç kimseden korkmayacak, sürüsüne musallat olan kurttan başka hiçbir şeyin endişesini taşımayacak. Ne var ki siz acele ediyorsunuz” buyurarak onlara hem büyük bir müjde verdi hem de sabır tavsiye etti.[2] Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den bu cevabı alan Habbâb (Radıyallâhu Anh) yoksul ve kimsesiz bir köle olarak yaşadığı sıkıntılar sabırlar atlattıktan sonra, ileriki dönemlerde müreffeh bir hayata kavuştu. Yine de vücudundaki işkence izleri tamamen geçmedi. Nitekim halifeliği döneminde ziyaretine gittiği Hazret-i Ömer kendisine “Yanıma gel, bu meclise Ammâr’dan sonra en çok yaraşan sensin” diye iltifat etmiş, eski günleri andıkları bu sohbet sırasında Habbâb (Radıyallâhu Anh) sırtında hâlâ durmakta olan işkence izlerini gösterince şaşkınlığını gizleyemeyen Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh), “Bugüne kadar hiç böyle bir şey görmedim!” demiştir.[3]
Âs bin Vâil ile Arasında Geçen Hâdise
Habbâb (Radıyallâhu Anh)a eziyet edenlerden biri de müşriklerin önde gelenlerinden Âs bin Vâil idi. Ona birkaç tane kılıç yaptıran Âs, borcunu ödemek için dîninden dönmesini şart koştu ve bir türlü parasını vermedi. Habbâb (Radıyallâhu Anh) ise, Âs’ın bu tavrı karşısında, “senin ölüp tekrar dirildiğini görsem yine de dînimden dönmem” diye cevap verdi. Bunun üzerine Âs “o halde âhirette dirilince görüşelim. Siz değil misiniz orada altın, ipek ve meyveden bol bol olacak diyen? O gün elbette benim de bir sürü malım ve evlâdım olacak. O zaman gelirsin, borcumu öderim!” diyerek alay etti. Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu: “(Habîbim!) Âyetlerimizi inkâr etmiş ve: “Andolsun (diriltilecek olsam bile) elbette bana mal ve evlat verilecektir” demiş olan o kişiyi gördün mü? O (kâfir kişi), (Allâh Te‘âlâ’ya mahsus olan) ğayba (âit mâlûmâta) mı vâkıf olmuştur yoksa Rahmân katında (kendisine mal ve evlat verileceğine dâir) bir söz mü edinmiştir (de, bu hususta kesin konuşabiliyor)?! Hayır! Biz onun söylemekte olduğu şeyi mutlaka yazmaktayız. (İddiâ ettiği mal ve evlat yerine) azaptan da kendisine tam bir temdît ile (artış yaparak hak ettiği şekilde) ilâve yapacağız. Ayrıca ona (da); (onun) söylemekte olduğu şeylere de Biz mîrasçı olacağız. O da (sâhip olduğu tüm değerlerden ayrılmış olarak kıyâmet günü) Bize tek başına gelecektir.” [4]
İlk muhâcirlerden olan Habbâb (Radıyallâhu Anh), Medîne’ye hicret edince bazı bekâr Müslümanlarla birlikte önce Külsûm b. Hidm’in, ardından Sa‘d b. Ubâde (Radıyallâhu Anh)ın evine misafir oldu. Benî Kurayza yahûdîlerinin Medîne’den çıkarılışına kadar Sa‘d (Radıyallâhu Anh)ın evinde ikâmet eden Habbâb (Radıyallâhu Anh) mescidin yanında kimsesiz sahabîlere tahsis edilen yerde de bir süre kaldı ve Ashâb-ı Suffe’den oldu. Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), muhâcirlerle ensâr arasında kardeşlik bağı kurduğu zaman Habbâb ile Cebr bin Atîk (Radyallâhu Anhümâ)yı kardeş yaptı.
Bedir Ashâbındandı
Başta Bedir olmak üzere bütün gazvelere iştirâk eden Habbâb (Radıyallâhu Anh), Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in vefatından sonra Kûfe’ye yerleşti. İslâm fetihleri sırasında Irak seferlerine katıldı. Hayatının son yılında ağır bir hastalığa yakalandı. O kadar acı çekiyordu ki bir ara “keşke ölsem” demeyi düşündü, ancak Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ölümü temennî etmeyi yasakladığını hatırlayınca bundan vazgeçti. Nihâyet hicrî 37 yılında Kûfe’de vefât etti. O zamana kadar Kûfe’de cenazeler evlerin avlusuna defnedildiği halde kendi vasiyeti üzerine şehir dışına defnedildi. O günden sonra Kûfe’de vefât edenler Habbâb (Radıyallâhu Anh)ın yanına defnedilmiş ve mezarının bulunduğu yer kabristan haline gelmiştir. Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh) Sıffîn savaşından dönünce Habbâb’ın (Radıyallâhu Anh) kabrine giderek duâ etmiştir.
İslâm devleti sınırlarının hızla genişlediği fetih yıllarında herkesle birlikte Habbâb (Radıyallâhu Anh) da maddî açıdan rahata ve servete kavuştu. Ancak bu durum karşısında huzursuz olan Habbâb (Radıyallâhu Anh), İslâm’ın ilk dönemlerinde yokluk içinde yaşayıp ölen arkadaşlarına imrenirdi. Kendisine kefen olarak hazırladığı kıymetli beze bakarak, Uhud Gazvesi’nde şehîd düşen Hazret-i Hamza ve Mus‘ab bin Umeyr (Radıyallâhu Anhümâ) gibi sahâbîlere kefen bulamadıkları günleri hatırlayıp hüzünlenirdi.[5]
Habbâb (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen otuz civârında hadîs-i şerîf Kütüb-ü Sitte ve diğer kitaplarda yer almaktadır. Ondan hadîs rivâyet edenler oğlu Abdullah, Ebû Vâil Şakîk bin Seleme, Mücâhid bin Cebr, Alkame bin Kays, Mesrûk bin Ecda‘, Kays bin Ebî Hâzim gibi tâbiîn âlimleridir.
Dipnotlar
[1] İbn Mâce, Mukaddime, 11
[2] Buhârî, İkrâh, 1; Menâkıbü’l-Ensâr, 29.
[3] İbn Mâce, Mukaddime, 11.
[4] Meryem Sûresi, 77-80
[5] Buhârî, Cenâiz, 27; Menâkıbü’l-Ensâr, 45.
İstifâde edilen diğer kaynaklar: İbn Hacer, el-İsâbe, 2/221; İbn Hişâm, es-Sîre, 1/343; İbn Sa‘d, Tabâkât, 3/151; Zehebî, Siyerü A‘lâmi’n-Nübelâ, 2/323