Vefâtının sene-i devriyesi olan 16 Nisan tarihi vesilesiyle büyük bir İslâm âlimi, önemli bir tarihçi ve yüksek bir edîb olan Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh)i rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.
Adı, Şemseddin Ahmed ibnü Süleyman’dır. Dedesi, Fatih Sultan Mehmed Hân döneminin büyük devlet adamlarından ve aynı zamanda Sultan 2. Bâyezid Hân’a lalalık yapmış Kemal Paşa olduğundan ona nisbetle Kemalpaşazâde, Kemalpaşaoğlu veya ibni Kemal diye anılmıştır. Edirne ve İstanbul’da birçok vakıfları bulunan Kemal Paşa, 875 (M.1470) senesinde vefât etmiş ve Eski Odalar civarına defnedilmiştir.
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa’nın babası, İstanbul’un fethine de katılmış olan, umerâ sınıfından Süleyman Çelebi’dir. Süleyman Çelebi fetihten sonra Şehzâde Bâyezid’in maiyetinde 879 (M.1474) senesinde Amasya muhafızlığına tayin edilmiş, bu vazifenin ardından 883 (M.1478) senesinde atandığı Tokat Sancakbeyliği vazifesini de îfâ ettikten sonra İstanbul’da vefât etmiş ve babasının Eski Odalar civarında bulunan türbesine defnedilmiştir. Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh)in annesi ise Küpelioğlu/İbnü Küpeli diye bilinen Muhyiddin Mehmed adlı bir âlimin kızıdır.
Doğumu, Yetişmesi ve Vazifeleri
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh), 1468 senesinde Edirne’de doğdu. Babasının Amasya’da vazifelendirilmesinin ardından yörenin âlimlerinden Arap dili ve edebiyatı, farsça ve mantık alanına dair eğitim görerek her büyük âlimin sahip olması gereken sağlam bir alt yapı oluşturdu. Medrese eğitimini tamamlayıp müderrisliğe başlamasının ardından ailevî geleneği takip ederek bir süre ordu içinde vazife üstlenip sipahi olarak seferlere katıldıysa da, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde Filibe Müderrisi Molla Lutfi’nin akıncılardan daha üstte oturduğuna şahit olduktan sonra ilmiyye sınıfına geçmenin daha doğru olacağına kanaat getirdi. Taşköprizâde bu hâdiseyi ibni Kemal Paşa’nın dilinden şöyle kaydetmiştir:
“Sultan 2. Bâyezid Hân ile bir sefere çıkmıştık. O zaman vezir, Halil Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa idi. Şanlı ve değerli bir vezir idi. Yanımızda (Yunanistan Fâtihi Evrenos Gâzî’nin torunu) ünlü akıncı Evrenosoğlu Ahmed Bey de vardı. Kumandanlardan hiçbiri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise vezirin ve bu kumandanın huzurunda ayakta, esas vaziyette dururdum.
Bir defasında Filibe’de bir toplantı yaparken eski elbiseler giyinmiş bir âlim geldi. Bu zat kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Ben buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yüksek yere oturan bu zâtın kim olduğunu sordum. ‘Filibe Medresesi müderrisi, âlim bir zâttır. İsmi Molla Lutfi’dir’ dedi. ‘Makamı bu kadar yüksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?!’ dedim. ‘Âlimler ilimlerinden dolayı tâzim ve takdir olunur, herkes tarafından hürmet görürler. Kumandandan geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezir bile buna razı olmazlar’ dedi.
Bunun üzerine ben de şöyle düşündüm: ‘Ben bu kumandanın derecesine çıkamam; ama çalışır ve gayret edersem şu âlim gibi olurum.’ Böylece ilim tahsil etmeye niyet ettim. Seferden dönünce o meşhur âlim Molla Lutfi’nin huzuruna gittim. Sonra Edirne’deki Dârü’l-Hadîs medresesi müderrisliği bu zâta verildi. Ondan ‘Şerhu’l-Metâlî‘in hâşiyelerini okudum…“
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa, Molla Lutfi başta olmak üzere, Kestellî Muslihuddin Mustafa, Hatibzâde Muhyiddin Efendi, Muarrifzâde Sinâneddin Yûsuf, Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi (Rametullâhi Aleyhim) gibi dönemin önemli âlimlerinin rahle-i tedrîsâtından geçti.
Üst düzey bir müderris olarak Edirne Ali Bey (Taşlık) Medresesinde görevlendirildi. Bu görevde bulunduğu sıralarda kendisine Türkçe Osmanlı Tarihi yazma vazifesi de tevdî edildi. Edirne’nin ardından Üsküp’teki İshak Paşa Medresesine gönderildi. Kısa bir süre sonra Edirne’ye dönüp Halebiye ve Üç Şerefeli medreselerinde bulundu. Müderrisliğe Sahn-ı Semân’da devam eden Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh) daha yüksek bir seviye olan Edirne Bâyezid Medresesi müderrisliğine getirildi.
Ehl-i Sünnet Müdafii Güçlü Bir Kalem, Muallim-i Evvel ve Müfti’s-Sakaleyn
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), Ehl-i Sünnet i‘tikâdı konusunda son derece hassastı. Ashâb-ı Kirâm (Rıdvanullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)e son derece hürmet ederdi. Onların hak ve şerefini muhafaza konusunda, hamiyet-i diniyesi yüksek bir âlim olarak temâyüz etti.
O dönemde Şah İsmail’in Horasan bölgesini Şiîleştirmeye yönelik yoğun propagandasının Anadolu içlerini tehdit altına almış olması, Osmanlı Devleti’nin müdahalesini zorunlu kıldı. Âlimlerin bir kısmının cihâd fetvâsı vermeye yanaşmadığı sıralarda ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), Şah İsmail’le savaşmanın cihâd olduğuna dair kaleme almış olduğu risâlesiyle dikkat çekti. Ashâb-ı Kirâm (Rıdvanullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)e yönelik gerçekleştirilen ithamlara büyük bir gayretle cevap verdi.
İbni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh) Ehl-i Sünnet i‘tikâdını muhafazaya yönelik, Fahruddin er-Râzî (Rahimehullâh)ın usûlü üzere kelâmî çalışmalarda bulundu. Edebiyat sahasına ait eserleriyle bu alana önemli katkı sağladı. Onun tarihe yaklaşımı da alışılmışın dışındaydı. İbni Haldûn (Rahmetullâhi Aleyh) gibi, sebep ve sonuçlarıyla incelediği dönemin şartlarını merkeze alan bir tarihçilik anlayışına sahipti.
Arapçayı çok iyi derecede bildiği ve Farsçaya, Fârisîlere ders verebilecek kadar hâkim olduğu kaydedilen Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), fıkıh ve tarih başta olmak üzere, İslâmî İlimlerin her alanına ve tıp, felsefe, şiir gibi alanlar da dâhil olmak üzere birçok alana vukûfiyeti sebebiyle İmam Cemâleddin es-Suyûtî (Rahimehullâh) ile mukayese edilmiş bir âlimdi. Ayrıca münazara konusundaki kudreti vesilesiyle İslâm âlimlerinin büyüklerinden Sa‘deddin et-Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi şahsiyetlerle (Rahimehumallâh) bir tutulmuş ve kendisine ‘muallim-i evvel’ unvanı layık görülmüştür.
Literatür konusunda kudretli âlimlerden Taşköprizâde onun hakkında: “Kemalpaşazâde kendinden öncekileri unutturmuştur.” demiştir. Muhyiddin Mehmed ibnü Pîr Mehmed, Sa‘dî Sâdullah Efendi, Muslihuddin Mustafa, Celâlzâde Sâlih Çelebi ve Muallim-i Sânî Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (Rahmetullâhi Aleyhim) gibi büyük âlimler onun talebeleri arasında yer alırlar.
İlmî yönden olduğu kadar ahlâkî yönden de örnek bir şahsiyet olan Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh), sadece dinî konulara değil, dünya ile ilgili konulara da son derece hâkim, insanların müşküllerinin halli konusunda istişaresine önemle başvurulan, insanlara saâdet-i dareynin yollarını gösteren derin bir mütefekkirdi. Konuşması açık ve vecîz iyi bir hatib; zekâsı ve aklî muhâkemesi güçlü bir kimseydi. İbnü Arabî Hazretleri’ne ve sûfî büyükleri (Kaddesallâhu Esrârahum)a muhabbet beslerdi. İnsanların yanı sıra cinnîlere de fetvâ verdiğinden “Müfti’s-Sakaleyn” (İnsanların ve cinlerin müftüsü) olarak anılan bir fakihti.
Yavuz Sultan Selim Hân’ın Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa’ya Hürmeti
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh)in devlet kademesindeki yükselişi devam etti. 1515’te Edirne Kadısı, 1516 senesinde Anadolu Kazaskeri oldu ve Yavuz Sultan Selim Hân’ın Mısır Seferine katıldı; büyük itibar gördü. Mısır ve Karaman’ın tahririnde (vergi defterlerinin oluşturulup mükelleflerin bu deftere kaydedilmesi vazifesinde) bulundu.
Anlatıldığına göre Mısır seferi dönüşünde Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh)in atının ayağından Yavuz Sultan Selim Hân’ın kaftanına çamur sıçrar. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Hân: “Ulemâ ayağından sıçrayan çamurlar medâr-ı zînet (süslenilmeye değer şey) ve bâis-i mefharet (sevinç ve iftihâr vesilesi) olur.” der ve o kaftanın, vefâtının ardından sandukasının üzerine örtülmesi yönünde vasiyette bulunur. Yavuz Sultan Selim Hân’dan sonra tahta çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hân da ibni Kemal Paşa (Rahimetullâhi Aleyh)e son derece hürmetkâr davranmıştır.
Üst Düzey İlmî Vazifeleri, Şeyhülislâmlık Devresi ve Vefâtı
1520’de Edirne Darü’l-Hadîs Medresesi müderrisliği,1522’de Bâyezid Medresesi müderrisliği ve 1524’de Fatih Medresesi müderrisliği gibi ilmiyye sınıfının üst düzey mevkîlerinde görev yaptıktan sonra, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde Zenbilli Ali Cemali Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in 1526 senesindeki vefâtı üzerine Şehülislâmlığa getirildi. Sekiz yıl boyunca bu vazifede kaldıktan sonra 16 Nisan 1534 (H. 2 Şevval 940)’te İstanbul’da vefât etti ve kalabalıkları bir araya getiren cenâze namazını müteakip Emir Buhârî Camii yakınlarındaki Mahmud Çelebi zâviyesine defnedildi. Onun vefâtına tarih düşürmek için yazılmış olan “İrtehâle’l-ulûmu bi’l-Kemâl” (Kemal’le birlikte ilimler de öldü) ifadesi, onun ilmî şahsiyetine yaşadığı dönemin şahitliği açısından mühimdir.
Büyük söz üstadlarından biri olan ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh)in nasihat niteliğinde birçok sözü kaydedilmiştir ki, bunların bir kısmı darb-ı mesel olarak günümüzde de hemen herkes tarafından bilinmektedir. “Kısmetindir gezdiren yer yer seni/Arş’a çıksan, âkıbet yer yer seni”, “Sakla kurt enciğin derin oysun/Besle kargayı gözlerin oysun.” sözleri pek meşhurdur. Mevlâ Te‘âlâ hizmetlerini kabul eylesin.