Zekât ibâdeti her şeyden önce dînî bir vecîbe, Allah Te‘âlâ’ya kurbiyete uzanan mânevî bir yol ve O’nun rızâsına erişmenin önemli vesilelerinden biridir. İslâm’ın beş temel şartından biri olan zekât ibâdetinin münferid birtakım husûsiyetlerinin yanı sıra, yerine getiren mükellefin günahlarının bağışlanmasına ve malına karışmış olma ihtimali bulunan endişe ve şüphelerin bertaraf edilmesine vesile olmak gibi diğer bazı mühim yönleri de bulunmaktadır.
Zekât Allah Te‘âlâ Yaklaşmaya Büyük Bir Vesiledir
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde zekât, Allah Te‘âlâ’ya yaklaşma vesilelerinden ve O’nun dostlarının başta gelen özelliklerinden biri olarak zikredilmiştir. Zekât, rûhu Allah Te‘âlâ’ya mânevî anlamda yakınlaştırmaya vesile olduğu gibi, Allah Te‘âlâ’yı râzı etme konusunda da en sevimli ibâdetlerden biridir.
Zekât Maddiyat Bilincinin Sigortasıdır
İslâm’a göre malın ve mülkün yegâne sahibi Allah Te‘âlâ’dır. İnsanların bu dünyada sahip oldukları mal, mülk ve dahî saltanat, hepsi geçici şeylerdir. Zekât bu açıdan, bir Müslümanın ‘maddiyat’ ile olan zihnî ve fikrî münasebetini belirleyen ve dengeleyen bir özelliğe sahiptir. Müslümanlar bu şuûra; zekât ve sadaka gibi ibâdetlerin özüne vâkıf olarak erişebilirler.
Zekât Cimriliği Önler
Cimrilik, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerle muhtelif vesilelerle yerilmiş, uzak durulması gereken kötü bir haslet olarak nitelendirilmiştir. Nitekim konuyla ilgili bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “(Ganimet malları) bir de o kimseler içindir ki; o (muhâcir ola)nlar(ın hicret yapmasın)dan önce, o (Medîne) yurd(un)a ve imana yerleşmişlerdir ki onlar, kendilerine hicret etmiş olan kimseleri (cân-ı gönülden) sevmektedirler, onlara verilmiş olan (ganimet malı gibi) şeylerden dolayı göğüslerinde en ufak bir ihtiyaç isteği/kıskançlık/ bulmamaktadırlar ve kendilerinde ihtiyaç/fakirlik/ bulunsa da(, yemeyip yedirerek, giymeyip giydirerek) onları kendi nefislerine karşı tercih etmektedirler. Zaten her kim nefsinin cimrilik hırsından korunur (da, Allâh yolunda infaka muvaffak kılınır)sa, işte ancak onlar, felâh (ve kurtuluş)a erenlerin ta kendileridir!”[1]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bizler için en güzel örnektir. Bizlere ebedî kurtuluş yollarını gösterdiği, tıbbî bazı rahatsızlıklardan kurtulma yolunda şifa vesilelerini öğrettiği gibi, cimrilikten kurtulma yolunu da göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “Zekâtı veren, misafire ikram eden ve sıkıntı zamanında yardım eden kimse, nefsinin cimriliğinden kurtulmuştur.”[2]
Zekât’ın Sosyal ve Ekonomik Yönü
Zekât, sosyal yardımlaşma yönüyle de hayâtî bir ibâdettir. Uzaktaki ve yakındaki muhtaçlar, yakın ve uzak akraba, öksüzler, yetimler ve bilumum ihtiyaç sahipleri zekât ile desteklenir. Bu açıdan zekât, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın aslî bir unsurudur. Sosyoekonomik kalkınma, fakirin incinmeden desteklenmesi ve sermayenin kuru bir birikim yerine yatırıma yönelmesi, zekâtın sosyal ve ekonomik açıdan önemini ortaya koyan pratik tecrübelerdir.
“Ey iman etmiş olan kimseler! Gerçekten hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını elbette (rüşvet karşılığı fetva değiştirmek gibi) bâtıl (yollar) ile yemektedirler ve (kendilerine uyan câhilleri) Allâh’ın yolundan engellemektedirler. O kimseler ki, altını ve gümüşü biriktirirler de onları Allâh yolunda (zekât vererek) harcamazlar; işte sen onları çok acı verici pek büyük bir azapla müjdele!”[3]
“(Allâh yolunda harcanmayan malların) üzerlerinin cehennem ateşinde iyice kızdırılacağı ve onlarla (zekât vermeyenlerin, fakir gördüklerinde bozulan suratlarının) alınları, (muhtaçların ısrarlı istemesine karşı dönen) yanları ve (aşırı talep karşısında çevirdikleri) sırtları dağlanacağı gün (onlara denilecektir ki): “İşte bu, kendi nefisleriniz için saklamış olduklarınızdır! Haydi, yığmakta bulunmuş olduklarınızı(n başınıza açtığı acıklı azâbı) tadın (bakalım)!”[4]
Nakletmiş olduğumuz ilk âyet-i kerîmede zemmedilen “Malları yığma ve Allâh yolunda harcamama” vasfı, zekâtı verilmeyen mallar hakkındadır. Yoksa mutlak manada malı mülkü cem edip muhâfaza etme anlamında değildir. Nitekim hadîs-i şerîfte: “Zekâtı verilen herhangi bir mal yerin altında gömülü olsa da kenz değildir. Zekâtı verilmeyen herhangi bir mal ise açıkta da olsa kenzdir!” [5] buyrulmuştur.
Abdurrahman ibni Avf ve Talha (Radıyallâhu anhümâ) gibi sahâbe-i kirâmdan bazı zâtlar mal biriktirirler ve ticaret yaparlardı, kimse de onları bu hususta tenkit etmezdi. Zira mal yığmaktan uzak durmak en fazîletli olanı tercih etmek ise de, mal biriktirmek de mübah olduğundan, bir kınanmayı hak ettirmez.[6] Nitekim bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda Müslümanlara çok ağır gelmiş, bunun üzerine Hazreti Ömer (Radıyallâhu anh): “Ben sizden bu sıkıntıyı açayım!” demiş, sonra durumu Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz edince o: “Allâh-u Te`âlâ zekâtı ancak kalan mallarınızı temizlemek için farz kıldı!” buyurmuştur.[7]
Zekat ile ilgili diğer yazılarımız:
https://www.ismailaga.org.tr/zekat-kimlere-verilir-kimlere-verilmez
https://www.ismailaga.org.tr/tum-zamanlarin-ibadeti-zekat
Zekât ve Fitreleriniz İlim ve Yardımlaşma Yolunda Köprü Olsun!
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.İsmailağa, biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 2500 kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Sizler de bu hizmetlere ve hayra zekât ve fitrelerinizle destek sağlayarak bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.
Zekâtlarınızı kolay bir şekilde göndermek ve konuyla ilgili bilgi almak için tıklayınız…
Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda bilgi için tıklayınız…
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Haşr Sûresi:9
[2] Taberânî, Mu‘cemu’l-Kebîr, c.4, s.188.
[3] Tevbe Sûresi:34
[4] Tevbe Sûresi:35
[5] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Zekât: 2, No: 7233, 4/140
[6] Nesefî Tefsîri (Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi, ilgili âyet-i kerîme tefsirinden naklen)
[7] Ebû Dâvûd, Zekât: 32, No: 1664, 1/522