1390 senesinde Şam’da doğmuş olan Akşemseddin Hazretleri (Kuddise Sirruhû) çok sayıda ilim adamı yetiştirmiş, medrese kökenli bir aileden gelmektedir. Adının kaynaklarda Muhammed, Mehmed veya Ahmed şeklinde geçtiği görülmektedir. Tam adı ise Akşemseddin Muhammed İbnü Hamza olarak kaydedilmiştir. Babası da ‘Kurtboğan Evliyası’ diye bilinen marûf ve Amasya’da medfûn bir zâttır. Nesebi, İmam Şahâbeddîn-i Sühreverdî üzerinden Hazreti Ebûbekir es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh) Efendimize dayanır.
Akşemseddin Hazretleri (Kuddise Sirruhû), ailesinin kökeninde olduğu gibi, medrese eğitimi görerek zâhirî ilimlerde yetişmiş kıymetli bir Osmanlı müderrisidir. Tahsîline küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyerek başlamıştır. Hıfzını ikmâl ettikten sonra Arapça ve Farsçayı ileri derecede tahsil ettiği, o dönemde okunan ve okutulan meşhur kitapların tamamını okuyup tahsîlini başarıyla tamamladığı kaynakların ittifakla naklettiği bilgilerdir. Tıp alanında da ciddi bir tahsil görüp ihtisas yapmış; ilmiyye sınıfına dâhil olduktan sonra Osmancık Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiştir.
Diyarları Aşan Mânevî Arayış
Zâhirî ilimleri tahsîl eden ve bu alanda önemli bir mevki ittihaz eden Akşemseddin Hazretleri (Kuddise Sirruhû)nun gönlüne, birçok velînin hâl tercemesinde şâhid olduğumuz gibi, mânevî bir ateş düşer; gönlü onu bir mürşid arayışına sürükler. Fars ve Mâverâünnehir bölgelerine giderek arayışını sürdüren Akşemseddin Hazretleri (Kuddise Sirruhû), gönlünün sultânını buralarda bulamayınca Anadolu’ya geri döner ve kendisine II. Bâyezid devri Kazaskerlerinden İmam Ali Efendi tarafından Hacı Bayrâm-ı Velî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri tavsiye edilir. Hacı Bayrâm-ı Velî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin birtakım tatbikâtının kendisine ağır gelmesi sebebiyle bu tavsiyeye pek kulak asmaz. Bunun üzerine devrin büyük mâneviyât önderlerinden Şeyh Zeynüddin Ebûbekir el-Hâfî (Kuddise Sirruhû)ya intisap niyetiyle Haleb’e doğru yola çıkar; fakat gördüğü bir rüya onun hem yol güzergâhını hem de gönül güzergâhını bir anda tersine çevirir. Nefahâtü’l-Üns adlı eserde rüyaya bağlı olarak vuku bulmuş olan bu hadise özetle şu şekilde kaydedilmiştir:
(Rüyasında) boynuna bir zincir takarlar, zorla çeke çeke onu Ankara’da Hacı Bayrâm-ı Velî’nin eşiğine bırakırlar. Bir de bakar ki, zincirin ucundan tutan Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Rüyadan etkilenen Akşemseddin hemen geri döner. İmam Ali Efendi’nin babasına giderek rüyayı anlatır. O da mâneviyat yolundaki nasibinin Hacı Bayrâm-ı Velî olduğunu söyler. Birlikte ona giderler. O sırada Hacı Bayrâm-ı Velî, Çubuk Ovası’nda müridleriyle birlikte burçak imecesi yapmaktadır. Akşemseddin orada hiç itibar görmez. Ancak, fazla beklemeden, hemen dervişlerin arasına katılarak onlarla beraber çalışmaya koyulur. Öğle vakti mola verilir. Sofralar kurulur. Teknelerle yoğurtlar ve buğday çorbası getirilir. Bölük bölük sofralara dağıtılır. Hatta köpekler için de yemek hazırlanır. Kimse, Akşemseddin’e buyur diye herhangi bir iltifat göstermez. Yemek başlar. Akşemseddin köpeklerin yanına gidip onlarla birlikte yemeğe hazırlanır. Tam elini yemeğe uzatırken, Hacı Bayrâm-ı Velî ona “Hay köse bizi yaktın” diye seslenerek sofrasına davet eder. Hacı Bayrâm, yapılan muameleyi ona şöyle açıklar: “Zincirle zorla gelen misafirin ağırlanması böyle olur…”
Hacı Bayrâm-ı Velî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerine intisâb eden Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, ağır bir riyâzete girerek nefsini terbiye konusunda az zamanda çok yol kat ettiği sıkı bir dönem geçirir. Halvete girdiği hücre bugün de hâlâ Hacı Bayrâm-ı Velî Camiinin kuzeydoğu tarafında varlığını sürdürmekte ve onun adıyla anılmaktadır. Halvet sonucunda Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri halifeliğe nâil olur. Kedisine ‘Akşemseddin’ ünvanını da Hacı Bayrâm-ı Velî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri vermiştir.
Fâtih Sultan Mehmed Hân ve Akşemseddin Hazretleri
Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, Sultan Fâtih’in babası II. Murad Hân Hazretleri döneminden itibaren sarayla münasebet kurmuş biridir. Onun Sultan Fâtihle kundakta mülâkî olduğu nakledilmektedir. Göynük’te irşâd hizmetini mütevazı bir şekilde sürdüren Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin saraya hastaları tedavi maksadıyla gidip geldiği bilinmektedir. II. Murad Hân’ın Kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi ve sonra Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın kızını tedavi etmesi üzerine sarayın kendisine olan itimadı son derece artmış ve kendisine hediye olarak toprak verilmiştir.
Fâtih Sultan Mehmed Hân, son derece saygı duyduğu, ilmi ve mâneviyâtına itimad ettiği Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretlerini mânevî destek için Fetih ordusuna davet eder. Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin ordunun moralinin yüksek tutulması ve mânevî müjdelerle birlikte Sultân’a destek vermesi Fethin gerçekleşmesi noktasında en önemli etkenlerden biri olur. Fetihten sonra Ayasofya camiye dönüştürülünce ilk Cuma namazı Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri tarafından kıldırıldığı gibi, hutbe de Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri tarafından irad edilir. Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin kabri keşfen bulunur.
Fetih Sonrası Akşemseddin Hazretleri
Üsküdar’da tesis edilen Salacak Mahallesi, Anadolu yakasının ihtidâ ve irşâdında mühim bir merkez olarak temâyüz eder. Fatih Medreseleri inşa edilip de hizmet vermeye başlayıncaya kadar Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin Fatih’teki Zeyrek Camiinde tedrîsâta devam ettiği kaydedilir. Kendisine büyük bir dergâh tahsis edilip de irşâd faaliyetine burada devam etmesi teklif edilmişse de bu teklif, Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri tarafından kabul görmez ve tekrar Göynük’e yerleşir.
Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri hastalıkların mikroplar sebebiyle başlayıp yayıldığı tespitiyle tarihteki önemli buluş sahibi şahsiyetlerden biri olur. Batılı hekim Fracastor’dan çok önceleri o, mikroplarla ilgili tespitini ortaya koymuştur.
Akşemseddin Hazretlerinin Vefâtı
1459 senesinde vefât günü gelip çattığında müridânını ve yakınlarını mescidde toplayıp vasiyetini yazan ve onlarla helâlleşen Akşemseddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri arkasında yetiştirmiş olduğu halifeleri ve tarikat şubesini (Tarîkat-ı Şemsiyye-i Bayrâmiyye), evlatlarını ve pek çok konuda vermiş olduğu eserlerini bırakarak Yâsîn-i Şerîf’i tilâvet ettikten sonra sağ yanı üzerine uzanmış bir vaziyette Âlemlerin Rabbi olan Allah (Celle Celâluhû)ya ilticâ etmiştir.
Allah Te‘âlâ şefaatlerine nâil eylesin ve bizlere nice fetih mimarları ve fetihler nasib eylesin. Âmîn.