Dışarıdan ve içeriden sahih İslam anlayışının tamamen yok edilmeye çalışıldığı günümüzde Müslümanların rüzgâr önündeki yaprak gibi çeşitli sapkın akımlara savrulduğunu müşahede etmekteyiz. Gerçek İslam’a alternatif olarak sahte, içi boş ya da bidatlerle doldurulmuş bu yeni İslam’ı hayata geçirmek için Ehl-i Sünnet inancının dört bir koldan muhasara edildiğini görmekteyiz.
Geçmişte Müslümanlar kendi müktesebatları ve toplumda alimlerin rehber kabul edilmesi sebebiyle neye ve nasıl inanacaklarının şuurunda idiler. Bugünse bu şuurun ne yazık ki önemli ölçüde zayıfladığını söylemek mümkündür.
Asırlar önce ortaya çıkan, bâtıl fırkaların günümüze uzantısı olan hatta onlardan bile daha ileri giden bu güruhla ve onların hemen her gün ortaya attığı fikirleriyle karşılaşıyoruz. Bu kişilerin toplum ile aynı dili konuşması, zahiren aynı hassasiyetleri göstermesi ve nefislerin hoşuna giden sözler söylemesi Müslümanları kolaylıkla ikna ederek kendileri gibi inanmalarını sağlamıştır.
Bu sebeple Kur’an ve Sünneti doğru anlama noktasında Ehl-i Sünnet itikadını koruyabilmek için diğer bidat akımlarının görüşlerinin neler olduğunu ve İslam alimlerinin onlara verdiği cevapları bilmek hayatî önem arz etmektedir.
Yeniden Ortaya Çıkan Batıl Mezhep Vahhâbîlik
İşte selefilik/vahhâbilik de bu batıl mezheplerden biridir. Vahhâbiler, Hicri dördüncü yüzyılda ortaya çıkan Hanbelî mezhebine mensup olan, bütün görüşlerinin İmam Ahmed İbn Hanbel’e ait olduğunu iddia eden ama o büyük imamın itikadından fersah fersah uzak olan insanlardır. Daha sonra hicrî yedinci yüzyılda ibn Teymiye tarafından tekrar ihya edilmiş, ondan sonra da hicrî on ikinci yüzyılda Muhammed ibn Abdilvahhab tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkarılmıştır.
Ehl-i Sünnet ile aralarındaki temel fark, tevhid anlayışındadır. Onlara göre tevhid; kalp ile inanmak, dil ile ikrar edip amel etmektir. Bu sebeple kendilerini muvahhid olarak adlandırır, geriye kalan Müslümanları ise müşrik olmak ile itham ederler. Zira amel/ibâdet, imandan bir parçadır. Buna göre farz olduğuna inandığı halde bir namazı kılmayan dinden çıkar. İbadet etmeyen veya eksik ibadet edenin kestiğini helal kabul etmezler. Bu kişinin canını da malını da helal sayarlar. Kur’ân âyetlerini (kendileri gibi) yorumlamayanları kafir kabul ederler. Kabir olan mescitlerde namaz kılmayı, kabir ziyareti yapmayı, puta tapmakla eşit görürler.
Vahhâbîlerin Tasavvuf Karşıtlığı
Bunun yanı sıra tasavvuf ehline özellikle cephe almışlardır. Bir Mürşide tabi olmak, tarikata girmek, şeyhin tavsiyelerine uymak, Allah’ın bir veli kulundan tevessülde bulunmak istiğase/yardım talebinde bulunmak, şefaat istemek, rabıta yapmak uluhiyet tevhidine zarar verdiği için şirk ve küfür kabul etmişlerdir. Halbuki tasavvufun gayesi dinin en temel üç rüknünden biri olan ihlası elde etmektir. Asrı saadetten bugüne kadar sufiler daima insanlara iyiliği, nefis ve şeytanın istek ve arzularına uymamayı, salih amel yapmayı, riya, haset gibi birçok kötü huyların terk edilmesini öğütlemiş, gayesinin insanlara güzel ahlak kazandırmak olduğunu söylemiştir
İşte bizim bu risalemiz, İslam’ın temel inanç prensiplerini korumak, ümmetin göğsüne saplanmış hançerlerden biri olan Vahhâbilik hareketinin söküp atılmasında küçük de olsa bir katkı sağlamak, Müslümanların özellikle tasavvuf ehli üzerine atılan şirk ve küfür ithamlarını bertaraf etmek, yüzyıllardır devam edegelen hak batıl mücadelesinde hakkın safında yer alabilmek adına kaleme alınmıştır.
Muvaffakiyet yalnız O’ndandır.
İsmailağa Telif Heyeti
İsmailağa Te’lif ve Araştırma Merkezimizin yayına hazırladığı bu kıymetli ve muhalled eseri İsmailağa Yayınevi’nden ve satış sitemizden temin edebilirsiniz.