Bu zatlardır Rasûlin sırr-ı yâri,
Ebûbekir hususa yâr-i ğâri.
“Bu zatlar Rasûlüllah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sır arkadaşlarıdır. Bilhassa Hazret-i Ebûbekir (Radıyallahu Anh), Rasûlüllah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mağara arkadaşıdır.”
Yâr: Arkadaş, dost, sevgili.
Sırr-ı yâr: Sır arkadaşı.
Ğâr: Mağara
Yâr-ı Ğâr: Mağara arkadaşı.
Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır: “Ben, Rasûlüllah’ın halifesi olan Ebûbekir’e (Radıyallahu Anh) dedim ki: ‘Bu makama nasıl ulaştın?’ Cevap verdi: ‘Beş şeyle ulaştım:
- İnsanları iki sınıf üzere gördüm. Bazıları dünyayı, bazıları ahireti istiyorlardı. Ben sadece Mevlâ’yı (Celle Celâlühû) istedim.
- İslamiyet’e girdiğim günden beri doya doya yemek yemedim. Rabbim’e olan marifet aşkı, beni doyurdu.
- İslamiyet’e girdiğim günden beri kana kana su içmedim. Rabbim’e olan muhabbet aşkı, beni kandırdı.
- Ne zaman ki bana iki şey, dünya ve ahiret işi teklif edildi, derhal ahiret işini öne aldım.
- Rasûlüllah’ın yanından hiç ayrılmadım. Daima onunla dostluk yaptım. Hatta mağaraya bile onunla girdim.
Ömer, Osman, Ali ki, çâr-ı yâri,
Bu zatlar bahr-i rahmet, Kenz-i Bâri.
“Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (Radıyallahu Anhüm) ki, hepsi Rasûlüllah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dört değerli arkadaşıdır. Bu zatların her birerleri, birer rahmet denizi ve Allah’ın hazinesidir.
Çâr: Dört
Çâr-i yâr: Dört dost.
Bahr-i rahmet: Rahmet denizi.
Kenz-i Bâri: Cenâb-ı Hakk’ın hazinesi.
Ehl-i sünnet ve’l cemaat itikadına göre, Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Ömer’i faziletli bilmeli Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmelidir.
Hatalardan geçüp Hakk’a gidelim,
Cemâli bâ kemâle seyr idelim.
“Yanılmalardan geçip Hakk’a gidelim. Kemalin ta kendisi olan Mevlâ’nın Cemâli’ne seyredelim.”
Sahabe-i Kirâmın aleyhine konuşmak hatadır. Onların haklarında kötü konuşulmamalı.
“Peygamberimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ashâb-ı Kirâmı (Radıyallahu Anhüm) arasında olan ayrılıklar, nefsin isteklerinden, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü onların mübarek nefisleri tezkiye bulmuş, tertemiz olmuştu. Emmârelikden kurtulmuş, itminana (doğruyu anlamaya, inanmaya) kavuşmuştu. Onların bütün istekleri, İslâmiyet’e uymaktı. Ayrılıkları, ictihâd ayrılığı idi. Doğruyu meydana çıkarmak içindi. Yanılanlarına da Allah-u Teâlâ bir derece sevâb verecektir. Doğru olanlara, en az iki derece vardır. O büyüklerin hiçbirini, dilimizle incitmemeliyiz.
Her biri için hep iyi söylemeliyiz. Ehl-i sünnetin en büyük âlimlerinden İmam-ı Şâfi’î (Rahmetullahi Aleyh) buyurdu ki; Allah-u Teâlâ, ellerimizi, o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi bulaştırmayalım.”[1]
Dipnotlar
[1] Mektûbât, 1. Cilt, 80. Mektûb-u Şerîf.