Dirâyet tefsiri ve rivâyet tefsiri başta olmak üzere, tefsirin birçok çeşidi ve bunlarla beraber çok farklı alt başlıklarda tefsir türleri vardır. Edebî tefsir, bilimsel tefsir, ahkâm âyet-i kerîmelerinin tefsiri, işârî tefsir, âyet-i kerîmelerin nüzûl sırasına göre tefsiri, bunlardan bazılarıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in haber verdiği birtakım mûcizeler keşfedildikçe ilgili âyet-i kerîmelerin tefsirinde bu bakış açılarına da yer verilmiştir. Eğer o âyet-i kerîmeler hakkında gerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gerekse sahâbe (Radıyallâhu Anhum) tarafından yapılan tefsirler var ise onların tefsiri temel anlayış, esas ve ana mânâ olarak kabul edilir ve yeni anlayışlar bu kabul üzerine bina edilir.
Âyet-i kerîmeler hakkında sonraki asırlarda gerçekleştirilen anlama faaliyeti de sözünü ettiğimiz esas ve ana mânâ etrafında gelişir. Eğer bir âyet-i kerîmenin tefsiri hakkında herhangi bir muteber rivâyet yoksa o zaman müfessir, tefsir ilmindeki kurallar çerçevesinde âyet-i kerîmeyi tefsire gayret eder. Bu açıdan bakıldığında tefsir ilmi, kıyamete kadar devam edecek bir süreçtir ve her zaman başvurulmasına ihtiyaç duyulan bir ilim olarak kalacaktır.
İşârî/Tasavvufî Tefsir
Kur’ân-ı Kerîm’in esrârını kavramış olan muhakkik/derin ilme sahip ulemânın, âriflerin ve bir kısım seyr-i sülûk erbâbının, ilâhî ilhâm ve rabbânî bir keşifle; âyet-i kerîmeleri asıl mânâlarına ters düşmemek ve onlarla uyuşmak kaydıyla, birtakım lafzî veya mânevî işaretlerden dolayı asıl mânâlarından farklı bir şekilde tefsir etmeleridir. Bu tür tefsirler, Allah Te‘âlâ’nın vehbî olarak verdiği ilimle veya kalbe ilhâm ettiği işaret ve hikmetlerle yapılabilir. Bu tür tefsirlerin ön yargılara dayanmaması, herhangi bir yorum şekline şartlanmaması; ayrıca âyet-i kerîmelerin asıl anlamlarını inkâr ve ihmâl eder bir tarzda olmaması gerekir.
Diğer bir deyişle, bu tür tefsir örneklerinde işârî/tasavvufî yorum öncelenerek asıl anlam dışlanamaz; aksine söz konusu tefsir ve yorumlar âyet-i kerîmenin asıl mânâsından ve tefsirinden sonra gelmek üzere âyet-i kerîmenin muhtemel birçok anlamlarından biri olarak ortaya konur.
Tasavvufî bakış açısına göre, sûfîler mânevî makam ve dereceleri nispetinde, âyet-i kerîmelerin işârî anlamlarını kendi iç âlemlerinde tecrübe ederler. Böyle bir tefsir Allah Te‘âlâ’dan gelen keşif ve ilhâma dayanır. Zira Allah Te‘âlâ, mevcûdâtın esrârını âriflere vehbî yoldan ikrâm etmektedir. Ehlullâh/ârifler de kalplerine gelen bu sırları “işâret” diyerek açıklar ve remzlerle/simgelerle anlatır.
Ömer ibnü’l-Hattâb ve Abdullah ibni Abbâs (Radıyallâhu Anhum)dan İşârî Mânâlar
Misal verelim: “…Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı (verip ondan) hoşnut oldum…” hitâbını ihtivâ eden Mâide Sûresi’nin 3. âyet-i kerîmesi nâzil olunca; sahâbenin sevindiği, Hazreti Ömer’in ise bu âyet-i kerîmeden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)ın vefâtını sezerek ağladığı ve: “Bir şey kemâle erdikten sonra eksilmeye başlar” dediği rivâyet edilir.[1]
Gerçekten de bu âyet-i kerîmenin inişinden çok geçmeden Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât eder. Hazreti Ömer’in nakletmiş olduğumuz âyet-i kerîmeden anladığı bu mânânın, âyet-i kerîmenin işârî mânâsı olduğu söylenir, zira âyet-i kerîme Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtını açıkça bildirmemektedir. Aynı anlamı Abdullah ibni Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) Nasr Sûresi nâzil olunca sezmiştir.
İbni Acîbe (Kuddise Sirruhû) ve İşârî Tefsir
Ârif âlimlerden İbni Acîbe (Kuddise Sirruhû) Nasr Sûresi’nin tasavvufî mânâsını şöyle anlatır: “Ey hak yolunun yolcusu mürîd! Nefsinin arzularına karşı durman için sana güç, kuvvet veren Allah Te‘âlâ’nın yardımı geldiğinde; sen de bu yardımla fenâfillâh makamına eriştiğinde ve insanların dalga dalga Allah Te‘âlâ’ya doğru giden yola (seyr-i sülûk) girdiğini gördüğünde, Rabbini hamd ile tesbih et, bu nimetleri sana bahşedenin O’ndan gayri ve başkası olmadığı için O’ nu tenzih et. Kendi nefsini bir varlık (adam) olarak gördüğün için de, Allah Te‘âlâ’ya istiğfâr et…”[2]
Sıklıkla Müracaat Edilen İşârî Tefsirler
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû)nun elinden hiç düşürmediği, İsmail Hakkı Bursevî (Rahimehullâh)ın “Rûhu’l-Beyân”ı; İmam Âlûsî (Rahimehullâh)ın “Rûhu’l-Meânî”si; Ebû Abdirrahmân Muhammed ibni Hüseyin es-Sülemî (Rahimehullâh)ın “Hakâiku’t-Tefsîr”i; Abdülkerim el-Kuşeyrî (Kuddise Sirruhû)nun “Letâifu’l-İşârât”ı; Necmeddin Dâye (Rahimehullâh)ın “Bahrü’l-Hakâik ve’l-Meânî” (et-Tefsîru’n-Necmiyye)si; Reşîduddîn Meybüdî (Rahimehullâh)ın “Keşfü’l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrâr”ı; Abdurrezzak el-Kaşanî (Rahimehullâh)ın “Te’vîlatü’l-Kur’ân”ı; Sadreddin Konevî (Kuddise Sirruhû)nun “İ‘câzu’l-Beyân fî Te’vîli Ümmi’l-Kur’ân”ı; Abdurrahman Câmî (Kuddise Sirruhû)nun “Tefsîru’l-Câmî”si; Molla Fenârî (Rahimehullâh)ın “‘Aynü’l-A‘yân”ı; Nimetullah Nahcıvânî’nin “el-Fevâtîhu’l-İlâhiyye”si; Aziz Mahmud Hüdâyî (Kuddise Sirruhû)nun “Nefâisu’l-Mecâlîs”i gibi eserler, bu alanda telif edilmiş başlıca eserlerdir.
Hazırlığı ve neşri hâlen devam eden, çalışmaları mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretlerinin riyâsetinde bir heyet tarafından yürütülen Rûhu’l-Furkân tefsiri de mufassal ve muasır olmak gibi birçok hususiyetinin yanı sıra, tasavvufî işâretleri cem edici yönüyle de mühim bir tefsirdir. Mevlâ Te‘âlâ, hepimize yüksek istifâdeler ihsân eylesin!
Dipnotlar
[1] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Hadîs-i Şerîf No. 34408; İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, c. 24, s. 670.
[2] İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medîd, c.7, s. 616.