İnsanı müşerref kılan özelliklerinin başında mükellef bir varlık olması gelir. Bu teklifin ağırlığı ve insanlara tevdî edilişi Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân edilmiştir:
“Muhakkak ki biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de, onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi (ama ekseriyeti ona hâinlik etti). Şüphesiz o (insan türünün birçok ferdi), (emânete hâinlik eden) son derece zâlim ve (işin âkıbetini bilmeden içine dalan) pek büyük bir câhil olmuştur!” [1]
Burada zikredilen “Emânet” mefhumu; İslâm’ın farz kıldığı namaz, oruç, hac, zekât, doğru konuşmak, borç ödemek ve her işte adâlete riâyet hükümlerinin tümüne şâmil olduğu gibi; göz, kulak ve tenâsül uzvu gibi tüm âzayı haramlardan korumak, bir de insanlar arasındaki emânetleri yerine getirmek ve ahde vefalılık gibi bütün ilâhî teklifleri içine almaktadır. Allâh Te‘âlâ göklere, yerlere ve dağlara akıl, idrak ve konuşma kabiliyetleri verip bu emâneti kendilerine arz etmiş, onlar da sevaptan hoşlanmalarına rağmen, isyan durumunda karşılaşacakları azâbı göz önünde bulundurarak: “Yâ Rabbi! Biz emrine âmâdeyiz, fakat sevap da azap da istemiyoruz!” demişlerdir. Bu teklif Âdem (Aleyhisselâm)`a yapıldığında ise: “Kulağımla omuzum arasına!” diye hemen kabullenmiş, Allah Te‘âlâ da ona, söz tuttuğu müddetçe yardımını esirgemeyeceği vaadinde bulunmuştur.”[2]
Orucun Farziyeti
Ramazân orucu hicretin 2. senesi Şa‘bân-ı Şerîf ayında farz kılınmıştır. Karşılığının Allah Te‘âlâ tarafından özel olarak verileceği beyân edilen Ramazân orucunun: “Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (peygamberlerin ümmet)ler(i) üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan) hakkıyla sakınabilesiniz!”[3] âyet-i kerimesiyle farz kılındığı bilgisi tefsirlerde yer almaktadır.
Âyet-i kerîmenin nidâ edatıyla başlamış olması, hemen peşinden bir emir ya da dikkat edilmesi gereken bir beyânın geleceğine işaret olmaktadır. Nitekim nidâ edatının hemen ardından İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibâdetinin farziyeti beyân edilmiştir.
Âyet-i kerîmede, önceden gelip geçmiş olan ümmetlere de orucun farz kılındığının ifade edilmiş olması, bu ibâdetin Hazreti Âdem (Aleyhisselâm)ın devrinden beridir devam eden bir ibâdet olduğunu göstermektedir. Gerek dinler tarihine bakıldığında, gerekse de varlığını günümüzde hâlen sürdürmekte olan birtakım inanışlarda farklı keyfiyetlerle de olsa oruç mefhumunun varlığı, bu târihî arka plana bağlanmalıdır. Allah Te‘âlâ’nın teşrî‘ kıldığı oruç ibâdeti, insanlar tarafından zamanla tahrip edilmiş ve farklı çehrelere büründürülmüştür. Bunun yanında, geçmiş ümmetlerde birden fazla oruç çeşidi varken ümmet-i muhammed için bu ibâdet, nevîleriyle beraber keyfiyet açısından; ‘yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durma’ şeklinde sınırlandırılmıştır. Bu durum da ümmet-i muhammed için bir tür rahmet olmaktadır.
Hükümlerin Beyânı
Kur’ân-ı Kerîm’de oruçla ilgili birçok hüküm yer almakta, bazı hükümler ise Kur’ân-ı Kerîm’i anlama usûlünden de bilindiği gibi, sünnette yer almaktadır. Farz olan orucun hangi zaman diliminde tutulacağı da: “Sayılı birtakım günleri (oruçlu geçirmeniz size farz kılınmıştır)!”[4] âyet-i kerimesiyle bildirilmiş, ‘sayılı günler’ şeklinde ifade edilenin hangi günler olduğu da bir başka âyet-i kerîmede açıklanmıştır. Ayrıca aynı âyet-i kerîmede, oruç tutup tutmama konusunda ruhsat tanınan zümreler de beyân edilmiştir.
“(Oruçlu geçirmeniz gereken zaman dilimi,) o ramazan ayıdır ki; doğru yolu gösteren ve hakkı bâtıldan ayıran (İlâhî kitap)lardan (biri) olan Kur’ân, nice açık deliller ve insanlar için bir hidâyet (rehberi) olarak kendisinde (bulunan Kadir gecesinde) indirilmiştir. Artık içinizden her kim o ayda bulunursa onu oruçlu geçirsin. (Zira bundan sonra gücü yetenlerin fidye verip oruç tutmama müsaadesi kaldırılmıştır.) Ama (hasta ve yolcuya verilen müsaade iptal edilmediğinden,)her kim (oruç tutamayacak kadar) hasta yahut (seferî) bir (mesafeye) yolculuk üzere olursa, (bu durumda oruç tutmayabilir, ancak tutamadığı günler yerine, hastalık ve yolculuk dışındaki) diğer birtakım sayılı günler (tutması gerekir)! Allâh (yolculuk ve hastalık halinde oruç tutmamanızı serbest kılarak) size kolaylık dilemektedir, size zorluk (çıkartmak) istememektedir. (Allâh-u Te`âlâ bütün bunları açıklamıştır ki, böylece İslâm’ın hükümlerini bilesiniz,) bir de (oruç tutulması gereken günlerle alâkalı) o sayıyı tamamlayasınız ve sizi (râzı olduğu amellere) hidâyet buyurmuş olmasına karşılık Allâh’ı (yüceltici ifadelerle) tekbîr edesiniz diye! Tâ ki (bu sayede) siz(, sayısız nimetlerine, özellikle de bu ruhsatlarına karşı Allâh’a) şükredesiniz!”[5]
Âyet-i kerîmede; yolculuk ve hastalık gibi durumlar, orucu daha sonra tutmak üzere ertelemek için geçerli mazeretler olarak zikredilmiştir. Düşmanla cihâd, zorlama (ikrâh), şiddetli açlık ve susuzluk, gebelik ve sütannelik, hayız ve nifas gibi hâller de oruç tutmamayı mubah kılan hâllerdendir.[6]
Dipnotlar
[1] Ahzâb Sûresi:72
[2] Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi, Ahzâb Sûresi 72. âyet-i kerîme tefsirli meâli.
[3] Bakara Sûresi:183
[4] Bakara Sûresi:184
[5] Bakara Sûresi:185
[6] Detaylar için bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2005, Sad. İsmailağa Fıkıh Kurulu, s.388-391.