İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû), her zahirî alimin rusuh iddia etmemesi için, râsih âlimlerin hâlleri ve sırları ile alâkalı bir takım açıklamalarda bulunur. Neticede bu âlimlerin olgunluklarının, peygamberlere tam olarak tâbî olmak akabinde, onların varisi olmak vasıtası ile ele geçtiğini şu ifadelerle anlatır:
“Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve sellem)e bu derecede tâbî olmanın meydana gelmesi, nefsin gerçekten mutmain olmasına bağlıdır. Şerîatın sahibine tâbî olmanın hakikati bazen fenâfillâh ve bekabillâh vasıtası bulunmadan, seyr-i sülûk ve cezbe vesilesi olmaksızın ele geçer ve arada hâller, iç buluşları, tecelliler ve zuhuratlardan hiçbiri bulunmayabilir. Bu devlet (bu büyük nimet) vaktin peşin sermayesi olur. Ancak bu büyük nimete velâyet yolu ile ulaşmak diğer yollarla ulaşmaktan daha yakındır. Bu diğer yol, bu fakirin inancına göre sünnet-i seniyyeye tâbî olmayı kendine gerekli kılmak (o sünnetin sahibi üzerine sâlât selâm ve tahiyyeler olsun) ve bid‘atin isminden ve resminden kaçınmaktır. Bir kimse bid‘at-i haseneden, bid‘at-i seyyieden kaçındığı gibi kaçınmazsa, bu devletin kokusuna ulaşamaz.
Ancak bu mananın ele geçmesi bugün çok zordur. Çünkü, alem, bugün bid‘at denizinin derinliklerine daldırmıştır. O bid‘atin karanlıkları ile huzur bulmaktadır. Bid‘ati kaldırıp, sünneti ihya hakkında kimin konuşmaya mecali vardır. Zamane âlimlerinin çoğu, insanları bid‘ate heveslendiriyorlar. Birçoğu, sünneti imha edip, bid‘atlerin işlenmesine cevaz veriyorlar. Bilâkis insanların âdet edinmesi sebebiyle bid‘atlerin güzel olması ile fetva veriyorlar. İnsanları bid‘atlere yönlendiriyorlar. Ne olaydı, ne dediklerini bilselerdi!
Muteber Örf ve İcmâ
Sapıklık yayılsa, asılsız olan din anlayışı örf mü olacak ? Bilmiyorlar mı, her âdet ve örf istihsân delili değildir! Şer‘i şerîfte muteber olan örf, birinci sadırdan (Sahâbe-i Kirâm (Radıyallâhu Anhüm) döneminden) intikal eden, insanların tamamının icmâı ile meydana gelen örftür. Bu babta Fetâvâ-yı Gıyâsiye’de şöyle zikredilmiştir:
Şeyhülislâm Sadru’ş-Şehîd şöyle buyurdu: Belh meşayıhının istihsânını almıyoruz. Bilâkis mütekaddim âlimlerimizin görüşünü alıyoruz. Çünkü bir beldedeki örf, bir şeyin caiz olmasına delil olmaz. İlk dönemden itibaren devam eden örf, bir şeyin caiz olmasına delalet edebilir. Tâ ki, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, onları bu örf üzerine takrir ettiğine delil olsun. Bu şekilde olmazsa onların fiilleri delil olmaz. Ancak bütün beldelerdeki insanlardan sâdır olan bir iş olması durumu müstesnadır. Böyle bir durumda icmâ olur. İcmâ da delildir
Görmez misin ki, şarap satmak ve faizle meşgul olmak üzerine örf edinilecek olsa, bu muamelelerin helâl olması ile fetva verilmez. Şüphe yok ki Müslümanların tamamının örfünü bilmek, bütün beldelerdeki ve köylerdeki kimselerin amellerinden haberdar olmak insan kuvvetinin sınırlarının dışındadır. Geriye, gerçekte, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in takririnden ibaret olan ilk dönem müslümanlarının örfü kalıyor. Bu da gerçekte sünnete dönmektedir. Bi‘dat nerede? Güzelliği nerede? Beşerin en hayırlısının sohbeti, Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz (Radıyallâhu Anhum) için bütün olgunlukların meydana gelmesine yeterli idi. Selef-i sâlîhinin âlimlerinden, sofiyyenin yolunu tercih etmeden ve seyr-i sülûk ve cezbe ile manevi mesafeleri aşmaksızın, râsih âlim olma şerefi ile şereflenen her bir kimse, bu olgunluğa sünnet-i seniyyeye tâbî olmayı kendine gerekli kılmak ve razı olunmayan bid‘atten kaçınmak vasıtası ile ulaşmıştır. Ey Allâhım, sünnet-i seniyyenin sahibi hürmetine bizleri sünnet-i seniyyeye tâbî olmak üzere sabit eyle, bid‘atleri işlemekten de uzak eyle!
İttibânın Beşinci Derecesi
Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbî olmanın önceki derecelerine dair beyânlara buradan ulaşabilirsiniz.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittibânın beşinci derecesi, onun kemâlatına tâbî olmaktır. Bu olgunlukların meydana gelmesinde ilim ve amelin bir tesiri yoktur. Bilâkis bunun meydana gelmesi sadece Mevlâ Te‘âlâ’nın karşılıksız ikrâmına ve ihsânına bağlıdır. Bu derece, gerçekten yüksektir. Evvelki derecelerin bu derece ile teması yoktur. Bu kemâlat, asaleten ülü’l-azm peygamberlere aittir. Vâris olmak ve tâbî olmak yolu ile de, bu olgunluklardan istifade etmesi istenilen kimseler faydalanabilirler.
İttibânın Altıncı Derecesi
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittibânın altıncı derecesi: Ona, Allah (Celle Celâluhû) tarafından sevilmiş olma makamına ait olan olgunluğu hususunda tâbî olmaktır. Nasıl ki beşinci derecedeki tâbî olmanın olgunluklarının Mevlâ Te‘âlâ tarafından akıtılması, sadece Allah Te‘âla’nın karşılıksız iyiliği ve ihsânı ile idi. Altıncı derecedeki olgunlukların akıtılması da Mevlâ Te‘âlâ’nın karşılıksız iyiliği ve ihsânının üstündeki katışıksız sevgisi vasıtası iledir. Bu dereceden de azın çok azının bir payı vardır. Bu beş derece, ilk derecedeki tâbî olmaktan başkadır. Bunların tamamı manevî yürüyüşün (urûc) yükselme makamları ile alâkalı olup, meydana gelmesi bu makamlarda yükselmeye bağlıdır.
İttibânın Yedinci Derecesi
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittibânın yedinci derecesi: Seyr-i sülûkün (Mevlâ Te‘âlâ’ya yapılan manevî yürüyüşün) tekrar bu âleme inme (nüzûl) tarafı ile alâkalıdır. Bu derece bundan önceki bütün dereceleri içine alıcıdır. Çünkü bu yerde, yani bu âleme doğru nüzûl makamında, kalbin tasdiki ve yerleşmesi nefsin mutmain olması ve kalıbın cüzlerinin dengeli olması vardır. Çünkü nefis, azgınlığından ve yük kabul etmemesinden vazgeçmiş ve bunlara son vermiştir. Sanki bu derecelerden evvelki dereceler, bu derecenin cüzleri, bu derecede o derecelerin bütünü gibidir.”
Hakkıyla Tâbî Olan Kimselerin Beyânı
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû), bu son derece ile alâkalı birçok sırrı ve marifeti anlattıktan sonra mektubunu şu satırlarla bitirir:
“Tâbî olan; Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbi olmanın bu yedi derecesi ile de süslenen kimsedir. Bu derecelerin bazısı hakkında tâbî olmak bulunup diğer derecelerdeki tâbî olmaktan mahrum olan kimse ise, dereceler arasındaki farklılıklarla beraber, kısmen tâbî olur. İlmin zâhir olanı, yani kitaplarla anlatılanı ile yetinen kimseler birinci derecedeki tâbî olmakla sevinirler. Keşke bu dereceyi de tam olarak istese idiler. Onlar Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e uymayı şerîatin zâhirine, suretine sıkıştırdılar. Onun ötesindeki mütabaatı başka bir şey zannettiler. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e uymanın diğer derecelerini elde etmenin vesilesi olan sofiyyenin yolunu uydurma bir şey olarak düşündüler. Çoğu kendisi için, Hidâye ve Pezdevî isimli kitaplardan başkasını uyulması gereken bir şeyh olarak görmediler.”
Şiir:
Kayanın içinde bulunan bir varlığın yanında,
Ne yedi kat semâ ve ne de diğer araziler yoktur arada…