Mukaddime
Seferilik; namazların kısaltılması, kurban mesuliyetinin düşmesi, mahremsiz seyahatin yasak olması ve benzeri birçok hükme tesir etmesi itibarıyla fıkıhta ve Müslümanların günlük hayatında mühim bir yer teşkil etmektedir. Bu sebeple kişinin hangi şerait ve ahval dairesinde seferi olacağını bilmesi ehemmiyet arz eder.
Seferilikteki esaslardan birisi de “vatan-ı asli” meselesidir. Bahusus baba memleketine veya yazlığına giden kişilerin namazlarını kısaltıp, kısaltmayacağı gibi meseleler çokça karşılaşılan sualler arasındadır. Bu saikle biz, bu makalemizde “vatan-ı asli” meselesini teferruatı ile inceleyerek zihinlerdeki suallere cevap vermeye gayret edeceğiz.
Gayret bizden, muvaffakıyet Allah’tan…
Vatan-ı Aslinin Tarifi
Vatan-ı asli, “Vatan-ı karar”,[1] “Vatan-ı ehli”, “Vatan-ı fıtrat”[2] diye de isimlendirilir. Bazıları da vatan-ı asli ve vatan-ı ikameyi “vatan-ı karar” ve “vatan-ı müstear”[3] şeklinde kafiyeli bir üslupla ifade ederler.[4] “vatan-ı asli” ve “vatan-ı arızi” şeklinde de isimlendirilmiştir.[5]
Vatan-ı asli: Kişinin doğup büyüdüğü ve “teehhül ettiği” yerdir.[6]
Mebsut’taki ibarelerden Serahsi’nin “Teehhül etmek” ifadesini “vatan edinmek, yerleşmek” olarak açıkladığı anlaşılmaktadır.[7] Molla Ali el-Kari “teehhül” kelimesini sarih bir şekilde “vatan edinmek, yerleşmek” olarak şerh etmektedir[8] ki doğru olan da budur.
El-Kasani ve İbnu’l-Humam ve diğerleri vatan-ı aslinin tarifinde “orda yerleşmeyi kastetmek, ayrılmayı düşünmemek” kaydını getirir.[9] Molla Ali el-Kari bu manayı “ömrünün sonuna kadar orada durmaya niyet etmek”[10] şeklinde izah eder.
Elbette bu kayıtlar “ölünceye kadar asla oradan çıkmamaya kati surette niyet etmek” şeklinde anlaşılmamalıdır. Mezkûr ibarelerden maksat “an itibarı ile farklı bir durum oluşmadığı müddetçe orada kalmak, oradan çıkmaya dair bir niyet barındırmamak” şeklindedir. Yoksa “şimdilik buradayız. Mevla ne gösterir, bilemeyiz” diyen kişinin orayı vatan edinmediği manasına gelmez.
Öyle ise ne zaman, nereye atanacağı belli olmayan ancak bulundukları yerden -yetkili merci tarafından tayin edilecek olsa da- ayrılmayı tasarlamayan memurların bulundukları yerler onların vatan-ı aslisi durumundadır. Zira mutlaka tayin edileceklerine dair bir kesinlik yoktur. Velev tayin edilse bile bulunduğu yerde kalmak için memuriyeti bırakma ihtimali de mevcuttur. Ancak bulunduğu yerde kendisini kalıcı düşünmeyen, tayin hakkı verildiğinde kullanmayı murat eden kişi için vazife yaptığı yer vatan-ı asli olamaz. Binaenaleyh bu kişi, bir ihtiyacı sebebi ile bulunduğu yerden seferi olacağı bir mesafeye çıkacak olsa, sonra vazife yaptığı yere on beş günden az kalmak ve sonrasında başka bir yere gitmek üzere geri dönse, orada namazlarını seferi kılar.
Medreselerde okuyan gurbetçi talebelerin durumu da böyledir. Medreselerinin bulunduğu yerde beş sene kalmayı düşünseler dahi, orada yerleşik olma niyetleri olmadığı için bulundukları yer onların vatan-ı aslisi olmaz.
Molla Ali el-Kari meselenin daha iyi anlaşılması için “kendini o ahaliden kabul etmek” şeklinde bir kayıt koymaktadır.[11] Bu kayıttan, kişinin memleketiyle aidiyetinin dışında hiçbir bağı kalmasa da oraya gittiğinde seferi olmayacağı anlaşılmamalıdır. Kast edilen şey manevi bir aidiyet bağı değil, orda yerleşik olmak gibi fiili bir alakadır.
Vatan-ı aslinin tariflerinde geçen “teehhül” kelimesini “tezevvüç-evlilik” olarak anlamak mümkün müdür?
İbni Nüceym, Bahir’de “kim bir beldede evlenirse o beldedendir” şeklinde bir hadis nakleder[12] fakat senedine vakıf olamadık. Şu kadarı da var ki “evlenmek” orada yerleşmeyi gerektireceğinden ötürü mana fıkhen doğrudur.
İbni Abidin “teehhül” ifadesini “tezevvüç-evlilik” şeklinde şerh etmiştir.[13] Buradaki evlilikten maksat da, biraz önce ifade ettiğimiz gibi “orada yerleşik olmak” şeklinde anlaşılmalıdır.
Öyleyse sırf nikâh kıydırmak için başka bir köye giden veya kasabaya inen kişiler için veya Kudüs civarındaki köylerde yaşayanların yaptığı gibi Mescid-i Aksa’da nikâh kıydıran kişiler için bu mekânlar vatan-ı asli sayılamaz. Zira hiçbir surette orada yerleşik olmaları mevzubahis değildir.
Metinlerde şöyle bir ibare vardır:
“Seferi bir kişi bir şehirde evlense fakat orada ikamete niyet etmese, bu kişinin mukim olacağını söyleyenler olduğu gibi mukim olmayacağı söyleyenler de vardır.”[14]
İbrahim el-Halebi, Ğunyetü’l-mütemelli isimli eserinde böyle bir kişinin mukim olması gerektiğini tercihe şayan bulmuştur.[15]
Burada zikri geçen “evlendiği yerde ikamete niyet etmeyen” kişi ile biraz evvel anlattığımız, başka bir köyde veya Mescid-i Aksa’da nikâh kıydıran kişinin durumu aynı değildir. Zira burada bahsi geçen kişi, yerleşik olmaya niyet etmediği bir yere gidip, akabinde orada evlenen, fiili olarak orada bulunmasına rağmen henüz “buraya yerleşeyim” veya “hayatımın kalanını burada geçireyim” gibi bir niyeti olmayan kişidir. Mezkûr zat, her ne kadar orada yerleşmeye niyet etmemiş olsa da, zahir-i hali yerleşik kalmasını icap ettirdiği için bu fiili duruma itibarla kişi mukim sayılmaktadır.
Tarifte geçen “doğduğu yer” kaydını hususi olarak “doğup büyüdüğü yer” şeklinde ifade ettik. Zira burada da esas olan yerleşik olarak bulunduğu yerdir. “doğmak”, “evlenmek” gibi ifadeler hep yerleşik olmayı izah için kullanılan ifadelerdir.
Binaenaleyh, misalen doğum için başka bir şehirdeki bir hastaneye gidilecek olsa, çocuk orada doğduğu için vatan-ı aslisi orası olmaz. Bilakis vatan ile alakalı hükümlerin başladığı esnada çocuk ailesi ile nerede yerleşik ise orası vatan-ı aslisi olarak kabul edilmelidir. Aksini söylemek vatan-ı asli mefhumuna ters olur.
İsmailağa Fıkıh Kurulu
Konunun, “Kadının Vatanı” meselesini ve “Vatan-ı Asli Taaddüd Eder mi?” sorusunun cevabını inceleyen ikinci bölümünü okumak için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.1, s.464; el-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.103; İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[2] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[3] Ödünç vatan.
[4] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.1, s.464; el-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.103.
[5] Ebu’l-Hasen es-Sağdi, en-Nütef fi’l-fetava, 77.
[6] Burhanettin İbni Maze, El-Muhitu’l-burhani, c.2, s.104; el-Fetava’l-Hindiyye (Şeyh Nizamettin riyasetinde Hint ulemasından bir heyet), c.1, s.142; el-Baberti, el-İnaye Şerhu’l-hidaye, c.2, s.379; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.214.
[7] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.1, s.464.
[8] Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.487.
[9] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.103; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.18; İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[10] Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.487.
[11] Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.487.
[12] İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.143.
[13] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[14] İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.18; İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[15] İbrahim el-Halebi, Ğunyetü’l-mütemelli, s.292.