Tebûk denilen yer, Medine-Suriye ticaret yolu üzerinde Medine’ye 700 km. uzaklıktadır. Tebûk seferinde büyük zorluklar yaşandığından sebep, Kur’ân-ı Kerîmde “sâatü’l-usre” (zorluk zamanı) tabiri geçer.[1] Bu sebeple orduya “ceyşü’l-usre”, gazveye “Gazvetü’l-usre” adı verilmiştir.
İslâm ve Bizans ilişkileri, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Herakleios’a İslâm’a davet mektubu göndermesi ve onun elçiye güzel muamelede bulunup elçiyi hediyelerle uğurlamasıyla dostane başlamıştı. Ama Mûte Savaşı’ndan itibaren 629 yılında Sâsânîler’e karşı önemli zaferler kazanan Bizans’ın âni bir saldırısından endişe ediliyordu.
Suriye’den Medine’ye gelen Nabatî tüccarların Herakleios’un Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptığı ve Lahm, Cüzâm, Gassân, Âmile gibi hıristiyan Arap kabilelerinin Bizanslılar’a katıldığı ve öncü birliklerinin Arap çölü sınırındaki Belka’ya ulaştığı haberini vermesi üzerine, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Tebûk Gazvesi’ne hazırlanmaya başladı. Ayrıca Suriye’deki hıristiyan Arapların Herakleios’a bir mektup yazarak Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in öldüğünü, Müslümanların kıtlıkla birlikte perişan duruma düştüğünü, asker gönderip onları kendi dinine katmanın tam zamanı olduğunu bildirmeleri sebebiyle kralın harekete geçtiği rivâyet edilir.
Sefer Hazırlıkları
Bu sırada hava sıcak ve kıtlık baş göstermişti. Hurmalar olgunlaşmak üzereydi; dolayısıyla savaşa kalkışma konusunda her açıdan çok zor günler yaşanıyordu. Rasûlüllâh, (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) daha önceki gazvelere hazırlanırken nereye gidileceğini son âna kadar gizli tuttuğu hâlde bu defa çok uzak bir yere sefer yapılacağını, yolculuğun çok zor olacağını ve düşman ordusunun gücünü dikkate alarak kiminle savaşılacağını baştan açıkladı. Askerlerin buna göre hazırlık yapması, tüm mü’min kabilelerine haber gönderilip savaşa hazırlanmaları ve Medine’ye gelmeleri istendi.
Sefer talimatının verilmesiyle münafıklar savaş hazırlıklarına engel olmak için harekete geçtiler. Çeşitli bahanelerle fitne çıkarıp, savaşmak isteyenleri caydırmaya çalıştılar. Yalan beyanda bulunarak izin isteyen 80 civarında münafığa izin verildi. Bedevî Araplardan da bir bahane ile savaşa katılmamak için izin talep edenler olduysa da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) izin vermedi. Bunun yanında bazı Müslümanlarda sefere karşı bir isteksizlik ve durgunluk görüldüğünden mü’minler nâzil olan âyet-i kerîmelerle uyarıldı:
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda seferber olunuz’ denilince yerinize yığılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat dünya hayatının nimetleri âhiret saadetinin yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır ve yerinize başka bir kavim getirir de siz Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. Eğer siz Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yardım etmezseniz Allah ona yardım eder”[2]
Bu uyarı üzerine Sahâbe-i Kirâm (Radıyallâhu Anhüm) sefer hazırlıklarını hızlandırdı. Asker sayısının çokluğu dolayısıyla binek vb. ihtiyaçların temininde zorluklar ve kıtlık sebebiyle, Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ashâb’a davette bulundu. Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) malının hepsini, Ömer (Radıyallâhu Anh) yarısını getirdi. En büyük yardımı Osman (Radıyallâhu Anh) yaptı; 300 deve ile 1000 dinar verdi. Münafıkların, çok az yardım yapabilen fakir sahâbîlerle (Radıyallâhu Anhum) alay etmeleri üzerine, Allah Te‘âlâ bu münafıkların maskaraya çevrileceğini ve elem dolu bir azaba çarptırılacağını vahyetti. Müslüman kadınlar da ziynet eşyalarını getirdi. Bu yardımlara rağmen özellikle binek ihtiyacı karşılanamıyordu. Sefere katılmayı isteyen fakat binek bulamayan 7 kişi Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e başvurdu ve onun da binek temin edememesi üzerine ağlayarak geri döndüler. Pişmanlıkları üzerine âyet-i kerîme nâzil oldu: “Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa sevk edesin diye, sana geldikleri zaman (kendilerine): ‘Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum’ demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler.’’[3]
Karargâh ve Sancaktarlar
Daha sonra bu 7 kişi, üç sahâbî (Radıyallâhu Anhüm) tarafından binekleri ayarlanınca gazveye katıldı. Böylece kısa sürede 30 bin kişilik bir ordu hazırlandı. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yerine vekil olarak Muhammed ibni Mesleme (Radıyallâhu Anh)ı bıraktı. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ilk karargâhını Seniyyetülvedâ’da yaptı. Burada toplanan askerlerin sayısı 30 bini geçiyordu. Binek olarak 10 bin at, 12 bin deve vardı. Adamlarıyla birlikte oraya kadar gelen ve Zübâb tepesi civarında ayrı bir ordugâha yerleşen münafıkların başı Abdullah ibni Übey, “Rumlarla savaşı oyuncak sanıyor. Ben, onun ve arkadaşlarının iplere bağlandığını görür gibiyim” diyerek 80 adamıyla Medine’ye döndü. Bununla birlikte çok sayıda münafık ganimet beklentisiyle sefere katıldı. Bu arada birkaç sahâbî geçerli bir mazeretleri olmadığı hâlde orduya katılmamıştı; bunların üçü hariç diğerleri daha sonra orduya yetişti. Sefere iştirak etmeyen sahâbîlerden Ebû Hayseme el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) da ordunun hareketinden birkaç gün sonra atına binerek Tebûk’e doğru yola çıktı.
Hareket öncesinde büyük sancağı Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)a, muhacirlerin bayrağını Zübeyr ibni Avvâm (Radıyallâhu Anh)a, ensardan Benî Evs’in bayrağını Üseyd ibni Hudayr (Radıyallâhu Anh)a, Benî Hazrec’in bayrağını Hubâb ibni Münzir (Radıyallâhu Anh)a teslim eden Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), diğer kabilelerin de bayrak almaları talimatını verdi.
Binek yetersizliği sebebiyle develere nöbetleşe biniliyordu. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk yolunda Semûd kavminin yurdu Hicr’den geçerken ashabına Allah Te‘âlâ’nın gazabına uğrayan bu beldedeki kuyudan su içmemelerini, abdest almamalarını söyledi ve devesini hızla sürerek oradan uzaklaştı. Su ihtiyacını karargâhtan uzakta, Sâlih (Aleyhisselâm)ın devesinin su içtiği kuyudan karşılamalarını istedi. Hicr’de konakladıkları gece şiddetli bir fırtına çıkacağını, herkesin devesini sıkı bir şekilde bağlamasını, hiç kimsenin yanında arkadaşı olmadan karargâh dışına çıkmamasını emretti. Emre uymayan iki kişiden biri boğulma tehlikesi geçirdi, diğeri çok uzaklara sürüklendi. Uzun ve yorucu bir seferden sonra Tebûk’e ulaşıldı. Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu sırada önemli bir konuşma yaptı. Karargâhın gece güvenliğini sağlama görevini Abbâd ibn Bişr (Radıyallâhu Anh)a verdi. İslâm ordusu 15-20 gün Tebûk mevkiinde bekledi. Ancak ne Bizans’tan ne de onu destekleyen Araplardan bir hareket vardı. Alınan haberlerin asılsız olduğu ve Bizans’ın Müslümanlara karşı ordu hazırlamadığı anlaşıldı. Bazı rivayetlerde İslâm ordusunun geldiğini duyan Bizanslıların Müslümanların karşısına çıkmaya cesaret edemeyip geri çekildiği kaydedilir.
Anlaşma ve Cizye
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’te İslâmiyet’i kabul etme veya cizye ödeme şartıyla itaate davet için Akabe körfezinin kuzeyindeki Eyle (Akabe) Limanı, Ezruh, Cerbâ, Maknâ ve Maan’a birlikler gönderdi. Eyle’nin piskoposu ve Cerbâ, Maknâ ve Ezruh halkının temsilcileri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzuruna gelerek cizye ödemeyi kabul ettiklerini bildirdiler. Maknâ’da yaşayan Benî Cenbe yahudilerinin yetiştirdiği meyvelerin, denizden avladıkları ürünlerin ve dokudukları bezlerin dörtte birinin cizye olarak alınması kararlaştırıldı. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) can ve mallarının güvence altına alındığını belirten ahidnâmeler verdi. Bölgedeki birkaç yahudi kabilesiyle de anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalar, Tebûk Gazvesi sırasında nâzil olan cizye âyetinin ilk defa uygulanması bakımından önemlidir.[4] Bu arada Hâlid ibni Velîd (Radıyallâhu Anh) kumandasında 400 kişilik süvari birliği Irak yolu üzerinde bulunan, verimli topraklara sahip önemli ticaret merkezlerinden Dûmetülcendel’e gönderildi.
Tebûk Gazvesinin Sonuçları
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzuruna getirilen Dûmetülcendel hâkimi hıristiyan Ükeydir ibni Abdilmelik cizye ödemek suretiyle İslâm devletinin egemenliğini benimsedi. Benî Cüzâm reislerinden bazıları Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile görüşüp Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tebûk’te, Şam üzerine hareket konusunda yaptığı istişareler sonucu daha ileriye gitmenin faydasız olacağı kanaatine vardı ve ordusuna dönüş emri verdi.
Sefer esnasında herhangi bir çatışma meydana gelmemesine rağmen son derece güç şartlar altında 30 bin kişilik bir ordunun çıkarılması ve Bizans üzerine yürünerek meydan okunması dolayısıyla Tebûk Gazvesi askerî ve siyasî bakımdan büyük bir zafer sayılır. Zira bu gazve, Müslümanların kendi sınırlarını düşmanlardan koruma hususundaki kararlılıkları yanında Bizans’a ve Arap yarımadası dışındaki komşu devletlere karşı Medine’nin askerî ve siyasî gücünü ortaya koydu. Tebûk Seferi esnasında konaklama yerlerinde on beş açık mescid (namazgâh) yapıldı. Bu gelenek daha sonra da devam etti ve ordunun konakladığı yerler namazgâh oldu. Tebûk Gazvesi süresince öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları cemedilerek kılındı.
Dipnotlar
[1] Tevbe Sûresi, 117.
[2] Tevbe Sûresi, 38-40.
[3] Tevbe Sûresi, 92
[4] Tevbe Sûresi, 29.