Milâdî 23 Mart 625 tarihinde meydana gelen Uhud Gazvesi, bizler için önemli dersler ihtiva ediyor. Sene-i devriyesi vesilesiyle, tarihî veriler ışığında o günlere gidiyor, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve Ashâbının örnek hayatından hissedar olmayı temenni ediyoruz.
Adı, ehad (tek) anlamına gelen kelimeden türemiş olan Uhud dağı, etrafındaki dağ silsilelerinden ayrı bir şekilde konumlandığından bu şekilde adlandırılmıştır. Coğrafi konum itibarıyla Medîne-i Münevvere’ye 5 km kadar uzaklıktadır. Uzaktan bakıldığında, bitki örtüsünün zayıflığı sebebiyle koyu kırmızı bir görünüm arz etmektedir.
Gazvesi, okçular tepesi, tepenin terk edilmesi, Resûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in mübarek dişine ok isabet etmesi ve pek tabii şehidleriyle hatırladığımız Uhud, fazîleti Kur’ân ve Sünnetle sabit, yeryüzünün en fazîletli yerlerinden biridir.
“Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz”[1] ifadelerine mazhar olmuştur Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in. Ashâbın faziletini ve daha birçok konunun ehemmiyetini ifade sadedinde: “Uhud dağı kadar altın“ sözleriyle birçok hadiste önemli bir kıstas ve kıyas unsuru olarak ifade edilmiştir.[2]
Gerek gazve vesilesiyle gerekse gazve üzerinden Mü’minlere hitaben gerçekleştirilen uyarılarda ve çıkarılması gereken dersler hususunda Uhud’dan pek çok âyet-i kerîmede bahsedilmiştir. Bütün bunlar Âl-i İmrân Sûresi’nin âyetlerinde detaylarıyla yer almaktadır.
Uhud gazvesinde Müslümanlar yetmiş şehid vermişlerdir. Hanzala ibni Ebî Âmir dışında kalan şehidlerin tamamının bedenleri işkenceye maruz bırakılmış, organları kesilmiştir. Şehidler, ikişer ve üçer kişi olmak suretiyle aynı kabirlere defnedilmiş, bazı şehid cenazelerinin yakınları tarafından Medîne-i Münevvere’ye götürüldüğünü haber alan Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in emriyle o şehidler de muharebe alanına getirilmek suretiyle şehid edildikleri yerlere defnedilmişlerdir. Uhud şehidliği sel yatağına yakın olduğundan şehid cenazelerinin bir kısmı sonradan Cennetül-Bakî‘ye nakledilmiş, Hazreti Hamza, Hazreti Mus‘âb ibni Umeyr ve Hazreti Abdullah ibni Cahş (Radıyallâhü Anhüm)ün kabirleri ve şehidlerin birçoğu burada kalmıştır. Sonradan bazı kabirler üzeri çevrilerek ve üzerlerine kubbe yapılarak türbeleştirilmişse de, bunların hiçbiri günümüzde yer almamakta, şehidlik, etrafı duvar ve tel örgülerle çevrili bir şekilde ziyaret edilmektedir.
Uhud Gazvesi sonucunda mü’minler, vermiş oldukları şehidler kadar onların bedenlerinin maruz kaldığı vahşet sebebiyle de teessüre gark olmuşlardır. Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehidlerini her yıl ziyaret etmiş, Hulefâ-i Râşidîn de bu tatbikatı sürdürmüş, o günden bugünlere dek müminler de buna riayet etmişlerdir. Günümüzde de Hacılar ve Umreciler Uhud şehidliğini ziyaret etmekte, orada dualar edip İslâm tarihindeki bu mühim gazveden ders çıkarmaya çalışmaktadırlar.
Uhud Gazvesinin Ehemmiyyeti
Uhud gazvesinde mal ve ganimet endişesinin nasıl bir imtihan olduğu, gevşeklik gösterme ve ye’se kapılma tehlikelisinin boyutu, dünya hayatının garanti edilmediği ve devranın iman-küfür mücadelesi şeklinde imtihan gereği bazen bir tarafın, bazense diğer tarafın galibiyetiyle sürüp gideceği gibi hakikatler ortaya çıkmıştır. Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in de fani olduğu gerçeği onun vefât ettiğine dair yayılmış bulunan haberle tecrübe edilmiş, Müslümanların bu noktadaki sabrı ölçülerek bunun üzerinden bizim gibi sonradan gelecek nesillere telkinlerde bulunulmuştur. Uhud gazvesiyle birlikte ‘şehâdet’ ve ‘şehidlik’ kavramları daha hususî bir boyut kazanmış, onların hakikatte ölüler olmayıp nimetlendirilen ve rızıklandırılan kudsî şahsiyetler olduğu açıkça anlaşılmıştır.
Dipnotlar
[1] Buhârî, Megâzî, 27; Müslim, Hac, 503–504
[2] Müslim, Zekât, 32