Oturduğunuz yerde uyursanız, ne görmek kalır, ne işitmek, ne konuşmak, ne düşünmek. Neden? Çünkü gören rûh idi, konuşan rûh idi, anlayan rûh idi. O gidince hepsini alıp gitti. Gelince de hepsini geri getirdi. Ne garip işler oluyor. Uyanır uyanmaz görmemiz, işitmemiz, anlamamız, hepsi geri geliyor. Susamışsak hatırımıza su geliyor, çay içmek istiyorsak çay geliyor, acıkmışsak yiyecek geliyor.
Bütün bu hakikatler maalesef hiç düşünülmüyor.
Beden topraktan yaratıldı, Bedenin gıdası yemek-içmek, hepsi burada!
Peki, rûh nerede yaratıldı? Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin şu beyitleri buna cevap verir:
Rûhun mebdei Allah’ın Arşı nurundandır,
Yerin toprağı ise cismin aslı ve vatanıdır.
Rûh gurbettedir, cisim vatanındadır.
O hâlde (Yâ Rab!) garip, mahzun ve vatanından uzak olan ruha merhamet et.”
Ruhun gıdası da geldiği yerdendir. Ruh, Arş’ın üstünden geldi. Gıdası da oradan. İşte ruhun gıdası Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’da emir buyurulan namaz, oruç, hac, zekât, zikir ve diğer sâlih amellerin hepsi ruhun gıdasıdır. Bu durumda Kur’ân’la amel etmeyen, ruhuna iğnenin tepesi kadar gıda vermiş olur mu, olmaz! Onun ruhu aç ve çıplak kalır. Kur’ân’la alâkası olmayanın ruhu manen ölmüştür.
Şu bedenlerimiz acıktığı zaman yemek ister, su ister, çay ister. Yemeğe hiç doyulmaz. Peki, ruhlarımızın açlığını gidermek için neden: “Ben hacca gitmek istiyorum”, “Namaz kılmak istiyorum”, “Oruç tutmak istiyorum”, “Zikretmek istiyorum” denmez?
Her gün düzenli yemek vermek bedeni kuvvetlendirir. Onun için acıktığında açlığını hemen hisseder. Bedenlerimize on gün yemek vermeyelim, daha yemek ister mi, isteyemez! Çünkü kendini kaybeder, komalık olur. Rûh da böyledir. Gıdasını vermeye vermeye komaya girer. Peki, ne yapmak lazımdır?
Nasıl ki komaya giren beden iğnelerle, ilaçlarla, serumlarla tedavi ediliyorsa, ruhu da manevî ilaçlarla ve serumlarla tedavi etmek lazımdır. Ruhun gıdası da vakti vaktince verilirse o da artık gıdasını ister ve kuvvetleşir.
Bana deseniz ki, sana bütün kâinatı vereceğiz bir vakit sabah namazını terk et. Terk eder miyim, hayır. Bu neden biliyor musunuz? Ruhun gıdasını vaktiyle vermeye devam ede ede ruh alışıyor da ondan.
Yâ Rabbi, uyandır bu kullarını!
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, “129. Sohbet”, 5/94-95.