İ‘lâ-yi Kelimetullâh dâvâsı uğruna seferleriyle coğrafyaları kat eden Osmanlı Sultanları, ayak bastıkları yerlerin kapılarını İslâm’a açtıkları gibi, İslâm birliğinin sağlanması konusunda da mühim hizmetlerde bulundular. Bu hizmetler, 15 Şubat 1517’de Yavuz Sultan Selim Hân’ın hilâfet makamına nâiliyeti vesilesiyle, ulvî bir şekilde taltîf edilmiş oldu.
Lügatte, ‘birinin yerine geçmek’ anlamına gelen ‘hilâfet’ kelimesi, ıstılahta, Müslümanların, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonraki yöneticisini ifade eder. İmâmet-i Kübrâ ve İmâmet-i Uzmâ terkibleriyle karşılanan bu makamda bulunan halifeler, ‘emîrü’l-mü’minîn’ olarak da anılmışlardır.
Hilâfet makamı, nübüvvet ve risâlet vazifeleri dışında, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in otoritesini temsil makamı olup Allah Te‘âlâ’nın nizamını yeryüzünde hâkim kılma ve insanlığı, rızâ-i ilâhîye uygun bir inanç ve yaşam konusunda düzene sokma mükellefiyetini deruhte etmiş bir makamdır.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra bu makamda sırasıyla evvelâ Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali (Radıyallâhu Anhum) bulunmuş ve bu dört halife ‘Hulefâi’r-Râşidîn’ olarak anılmışlardır. Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın şehadetinden sonra hilâfet makamına nâil olan Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ın şehâdetini müteakip hilâfet makamı, Hazreti Muâviye (Radıyallâhu Anh)ın hilâfeti vesilesiyle Emevîlere intikal etmiştir.
İslâm’a önemli hizmetlerde bulunan Emevî halifelerinin ardından hilâfet, İslâm Medeniyetinin büyümesi ve gelişmesi konusunda mühim gelişmelere imza atan Abbâsî halifeleriyle devam etmiş ve 16. asırda Yavuz Sultan Selim Hân’ın hilâfeti vasıtasıyla ecdâdımız Osmanlı hanedanına intikâl etmiştir.
Osmanlı Sultanları ve Hilâfet
Yavuz Sultan Selim Hân, Mercidâbık Zaferinin ardından ilerleyişini sürdürdü ve fütuhâtını Ridâniye zaferiyle taçlandırdı. Zira Osmanlı Devleti bu zafer vesilesiyle Mısır’ın yanı sıra Hicâz’ın da hâkimiyetine nâil oldu.
Yavuz Sultan Selim Hân, 15 Şubat 1517’de Memlûklar’ın sarayına girdi. Onu, hazır bir topluluk karşıladı ve dillere destan bir merasim gerçekleştirildi. Devrin vakanüvisi, ahalinin Yavuz Sultan Selim Hân’ı Kahire’de karşılayışını şu şekilde anlatmıştır:
“Halk, Yavuz Sultan Selim Hân’ın ihtişamını seyretmek için sokakları ve pencereleri doldurmuş idi. Onu çok farklı tahayyül ediyorlar, giyim-kuşamının ve kavuğunun, etrafındakilerden farklı olacağını düşünüyorlardı. Yavuz Sultan Selim Hân ise önde değil, cengâverlerinin ortasında geliyor idi. Elbiseleri ve kavuğu, yanındakilerden farklı değildi. Önüne bakarak gayet mütevazı bir şekilde yürüyordu…”
20 Şubat Cuma günüydü, Melik Müeyyed Camii’nde hatib hutbe okuyordu. Yavuz Sultan Selim Hân’ın hilâfet makamına nâiliyeti ilân olunacaktı. Hatib, Yavuz Sultan Selim Hân’ın hilâfetini, “Hâkimü’l-Harameyni’ş-Şerifeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medine’nin hâkimi)” ifadeleriyle ilân etti. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Hân müdahalede bulunarak kendisini: “Yok yok! Bilâkis Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medine’nin hizmetçisi!)” ifadeleriyle takdim etti.
Orduları dize getiren sultan, bu esnada gözleri yaşlı, son derece mahzun ama bir o kadar da sürur içerisindeydi. Derhâl şükür secdesine vardı…
Ecdâdımız Osmanlı, Yavuz Sultan Selim Han’ın hilâfet makamına nâil olmasının ardından bu emaneti asırlar boyunca taşımış ve bu vazifeyi maksadına uygun bir şekilde îfâ etmişlerdir. İslâm dünyası hâlen, o adalet ve huzur dolu günlerin hasretini çekmektedir.